- 1438 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
HAYALİMDEKİ ASKER
Kıbrıs Harekatı sonrası Magosa Merkez Komutanlığında görevli olduğum , her günümün vukuatlı geçtiği, hatırlanmayası günlerden biri…
Yıllardır hala kime ait olduğu belli olmayan muhteşem şehir Magosa- Maraş girişindeki inzibat birliğinde üsteğmenim . Magosa’nın bu sosyetik bölümü Rum’ların kullandığı, lüks otellerin , güzel villa ve apartmanların bulunduğu , savaştan sonra boşaltılıp , askere teslim edilmiş bir alan . Şehir olarak muhteşem bir dizaynı , çok akılcı bir kuruluşu ve mutluluk saçan bir yapısı var. Bu şehir içine Birleşmiş Milletler gücü ,gözlemci olarak birkaç karakol bırakmış.
Mavi –Beyaz renkleri ve U.N. yazan araçları ile bizim sempati duyduğumuz bu birlikte, Finlandiya askerleri de görev yapmakta . Subaylarından tanıdıklarımız, masa paylaştıklarımız var. Onların geçmişte Ruslar ile ne yiğitçe savaştıklarını, askerlerinin çok disiplinli ve eğitimli olduklarını biliyorum. Mesai dışında çok serbest olan bu bilinçli insanlar, zamanı gelince görev içinde birer ölümcül robota dönüşüyor. Biz onlara “ FİN “ diyoruz yarı dalga geçerek.
Bir sabah bu boşaltılmış şehirde , yanımdaki elli kadar silahsız er ile , onlar için yapacağımız kafeterya için sandalye , masa toplamak için gezerken , bir Fin karakolunun önünden geçiyoruz. Her şey bu terk edilmiş ,insansız şehirde o kadar bol ki, tam bu masalar ne güzel derken, biri gelip ileride daha güzeli var deyince , haydi bakalım bulduklarımızı yerine bırakıp , yeni bulduğumuz yere yöneliyoruz.
Fin karakolunun etrafını çeviren ,kalın beyaz bir çizgi var . Bu çizginin içi Finlandiya toprağı sayılıyor. Bu yüzden onlara saygısızlık etmemek için çizginin uzağından geçiyor , onlarla yüksek sesle selamlaşıp, bazen onların davetiyle misafirliğe bile gidiyoruz. Bölgemizde olmalarından memnunuz , çünkü İngilizler olsa samimiyet kurmak çok zor.
Karakolda iki Fin askeri var. Çok rahat hareket ediyorlar. Üst tarafları çıplak , şezlonga uzanmış , güneşlenerek , buzlu kolalarını içmekteler. Onlar da bu kalın beyaz çizginin dışına çıkamadıkları için adeta izafi bir kafes içinde gibiler.
Bir er koşarak bana doğru geliyor. “ Komutanım , ilerideki Kafeteryada daha güzel masalar var, müsaade ederseniz onları alalım” Çocuk benimle konuşurken onların en uzak, köşe çizgisine , o lanet otuz santimlik beyaz çizgiye , ayağıyla , beş santimlik bölümüne basıyor. Elimle bu tarafa gel diye işaret ediyorum . Çocuk hala daha güzel masalar bulduğunu , bütün masumiyeti ile anlatmaya çalışıyor.
Fin askeri birden yerinden fırlayıp, yanından hiç ayırmadığı tüfeğini kapıp , uzun dipçik vuruşu dediğimiz , eğitimde bile zor zor yapılan, ayak ve vücut hareketlerini yaparak , korkunç bir nara ile bizim erin tam kafasına tüfeği patlatıyor.
Zafer kazanmış Türk Ordusunun elli neferi ona bir şey ifade etmiyor. Erin tek düşüncesi ,Finlandiya topraklarına yabancı ayağı bastırmamak . Sonra hemen diğer er ile çelik başlıklarını başlarına geçirip, kum torbalarından oluşan mevziinin içine atlayarak , A4 makineli tüfeğin kurma kolunu geriye çekip ,silahı ateş etmeye hazır hale getiriyorlar.
Bu kurma sesi inanın ki, insanın kanını birkaç saniye de olsa durdurmaya yetiyor. Hemen silahıma davranıp, mevzideki ere nişan alıyorum. Elim titriyor ,arpacığa oturttuğum suratı ıskalamadan , horozu kaldırıp , en ufak bir davranışında , en az birini kesin indiririm diye düşünürken…
Her karakolun karşı tarafında bizim de nöbetçimiz var . Bütün bunlar olurken hareketsiz ve şaşkın vaziyette donmuş olarak bakıyor. Ona emir veriyorum;
“ Derhal , makineli tüfekçiye nişan al ve ateş için ikinci emrimi bekle” Tüfeği hala çapraz tutuşta ve tüfek kayışı omuzuna asılı. Heyecandan bacakları titriyor . Oysa dipçik ile , elli kişiye posta koyan ve o çizginin beş santimlik bölümünü vatanını toprağı kabul eden Fin’li er elinde M16 ile , çok sakin ve kararlı.
Neyse ki bir çavuş, benim ne yapmak istediğimi anlayarak nöbetçinin elinden tüfeğini alarak dediğimi yapıyor. Diğer erlere tam siper yaptırarak ayakta adam bırakmıyorum ama kendim sipere girmeyi yediremeyerek ayakta kalıyorum.
Onlar telsizle durumu kendi komutanlarına bildirirken , ben de bir eri bize en fazla 800 metre mesafede olan Merkez Komutanlığına koşarak gönderiyorum. Onların Fin kampı , Magosa’nın Boğazköy tarafında ve en az sekiz kilometre mesafede bulunuyor.
Olayın üzerinden henüz üç dakika geçmeden , üzerimizde bir keşif uçağı beliriyor. Üzerinde U.N. yazan bu pır pır ,bir kaç tur atıp gidiyor.
Altıncı dakika ve bu sefer tam karakolun tepesinde duran helikopterden altı, tam teçhizatlı komando iple sarkarak, beyaz çizginin içine iniyorlar. Başlarında iri yarı bir yüzbaşı var. U.N. helikopterinden aşağıya ateş etmeye hazır bir makineli tüfek de dikkatimi çekiyor.
On beş dakika geçtiği halde , bizim merkezden hala haber yok. Adamlar sekiz kişi oldular ve çepe çevre mevziye girmiş durumdalar. Bir zırhlı araç ,son sürat arkasında bir de Jeep olduğu halde onların komutanı olan yarbayı getiriyor. Disiplin subayı olan gözlüklü üsteğmen de onlarla birlikte. Hemen o iki erin ifadelerini alıyorlar.
Dakika yirmi beş ,nihayet bizim komutan ,yanında arkadaşım olan bir üsteğmen ile gelebiliyor. İlk işi bana fırça atmak oluyor, vukuat çıkartan bizmişiz falan . Yani ne olursa olsun , olay yaratmayın, patlayan bir kafa , iki kafadan iyidir demek istiyor galiba. Hele silah çekmek , tüfekle nişan alıp onları korkutmak da neyin nesi? Uslu bir kuzu ol, ko kapsın kurt seni.
Fin erlerinin yüzbaşısı , yanında tercümanı ile geliyor. İki erine Finlandiya topraklarını korudukları için ödül vereceğini, ancak fazla ileri gittikleri için özür dilediklerini ve onları karakoldan alacağını söylüyor. Bizim albayın yanından ayrılıp , Fin yarbayından izin isteyerek o iki eri içtenlikle öpüyorum. Çünkü askerin görevi sanırım ,sınırının çizgisinin içine yabancı ayağı bastırmamaktır. Onu koruyan askeri , görevini canıyla ,kanıyla yaptığı için kutlamak gerekir.
Ya bu iki asker için, fırtına gibi esen , ayağa kalkan, Hızır gibi yetişen komutanlarına ne demeli?
“Nasıl sabrediyorlar?”
Evet nasıl sabrediyorlar, nasıl müdahale etmiyorlar ve yaralanan Mehmetçik’ in yüzüne nasıl bakıyorlar? Yoksa asker ,o beyaz çizginin içinde de , suçlu gibi , hatalı gibi onu mu çizgiden çıkartmamız gerekiyor ve ben hala durumu anlayamıyorum? Elimde değil kabullenmek.
Bana emanet edilen vatan evladının burnunu kanatanın, burnunu kırmazsam, kollarım açık, başım yukarıda , sağımda silahım, solumda yılan derisi geçirdiğim marpuç komando bıçağımla nasıl gezerim bana emanet edilmiş , her karışı şehit kanlarıyla sulanmış bu vatan toprakları üzerinde?
Babamın dayısı ,Çanakkale şehidi Yüzbaşı Nail, kayın pederimin daha o doğmadan yine Çanakkale’de şehit olup ,yüzünü bile göremediği Bursalı Onbaşı Recep ,sonra bana uzandıkları tertemiz topraklardan başlarını kaldırıp ne derler?
E. Yaşar Ovalı 08.06.2014
YORUMLAR
Değerli abim.
Bu yazıyı görür görmez yorum yazdım ama bilgisayarın ya da sitede zaman zaman zaman yapılan tadilatların azizliğine uğradım anlaşılan. Bu gün şu anda bir daha bakmam icap etti bir sebepten dolayı, baktım yorumum yok. Neyse....
Bizim askerimizin en büyüğk sıkıntısı hep bu emir ve komuta zinciri olmuştur. Askerlik yapanlar anlatırdı: '' Teröristi kuşatmışız. Saldırsak anasını belleyeceğiz lakin o ona, bu şuna derken taaa Genel Kurmay'dan emir gelene kadar beklenir, terörist de bu arada ya kaçar ya da saklanırdı bir yerlere'' Diye sitemler çok duymuşumdur.
Bu olayda ben de olsam o Fin askerini alnından öperdim. Görevinin gereği ne ise yapmış. Ama bizim asker de bilmeliydi o beyaz çizginin anlam ve önemini. Bu açıdan baktığımızda bizimkinde kabahat çok.
Ve tabii ki bizim komuta kademesinin tutumu. O başlı başına değerlendirilmesi gereken bir olay...Lakin bizde can ucuz,eh analar da doğurgan...Bir Mehmet gider, bir Mehmet gelir nasılsa olayı (!)
Ellerine sağlık abi.
Selam ve sevgilerimle.
kukurikuu
Güzel yorumun için teşekkür ederim.
Sanki bayrak indirme günü için yazmışım gibi oldu..
Askerin saldırganlığını yok ederseniz,işte böyle en lazım olduğu zamanda süklüm püklüm oturur.
Gözlerinden öperim.
sami biberoğulları
Tam da bayrak indirme olayına denk geldi yazın. Ben o konuda iki yazı birden yazdım. Benim yazıma yorum yapanlara da senin bu yazını tavsiye ettiğim gibi bazı pasajlarını kopyalayarak gönderdim.
Elin oğlu bir karışlık çizgiye bastığın zaman hem kafanı dağıtıyor hem de namluya kurşunu sürüyor, biz '' İndirelim bayrağa uzanan eli '' dediğimiz zaman evrensel hukuk normları deniyor.
Ben de ne diyeceğimi şaşırdım abi.
Güzel bir hikaye.
Çok da güzel kaleme alınmış.
Bilirim oraları.
1982 de, Erdemlide asteğmen olarak yapmıştım ben de askerliğimi.
Maraş bölgesindeki ordu evine giderdik pazar günleri denize girmek için.
Epeyce bir gezmişliğim vardır terk edilen o şehri.
Tabi ki,
bizim zamanımızda caddeler yarılmış ve asfalttan otlar bitmişti.
Şehir, harabeye dönmüştü.
kukurikuu
Aynı yerde toprağa basmış olmak , bilseniz beni ne kadar
mutlu etti. O hayalet şehirde epey görev yaptım. Şimdilerde şehir tamamen harabeye döndü zaten.
Ne yazık ki o eski asker zihniyeti artık yok. Bunu izleyip üzülmemek elde değil.
Sayfamda olmanızdan mutluluk duydum.
Teşekkür eder, saygılar sunarım.