- 1122 Okunma
- 13 Yorum
- 0 Beğeni
İŞTE GELDİM GİDİYORUM 16
İŞTE GELDİM GİDİYORUM
Bölüm 16
Önce arkadaşını evine bıraktı, ardından okula gidip valizini hazırladı. Aktarmalı minibüslerle düştü yola.
Akşam ezanı öncesi memleketine varmıştı. Birden çok özlediğini hissetti. Ailesi, arkadaşları, dostları buram buramdı burnunda. Her zaman olduğu gibi en büyükten başladı önceliğe. Valiziyle dede ve ninesine uğrar, sonra evine giderdi.
Dedesinin evi büyük bir bahçe içindeydi. Geceleri hep ışık yanardı. Etrafı briketle çevriliydi, bahçe kapı çok sağlamdı. Öylesi meyve ağaçları vardı ki; hiçbir mevsim meyvesiz kalınmazdı. Portakallar, mandalinalar, hambelesler, incirler ve daha niceleri. Tabii çiçekler de… Menekşeler, hercailer, karanfiller, güller, balıkağzılar… O kadar çoktu ki; hepsini saymak mümkün değil…
Kapıya geldiğinde şaşırdı. Yatsı namazından önce dış kapı hep açık olurdu. Oysa kapalıydı. Zile bastı; duyan yoktu. Belki zil bozuk dedi ve epey vurdu elleriyle. Tüm komşular baktı; ama dede ya da ninesinden hareket yoktu. Korkmaya başladı. Elinde valiziyle iki yüz metre uzaktaki kendi evlerine gitti. Zile bastı, kapıya vurdu; yine kimse yoktu. Sorduğu komşuları da bilmediklerini söylüyorlardı. Oysa bilmemeleri imkânsızdı. Eski mahalle anlayışına göre herkes birbirini bilirdi.
Valizi bir komşusuna emanet etti ve önce küçük amcasına gitti. Onlarda da durum aynıydı. Kimse yoktu. Büyük amcasına zaten ev uzaktı ve ailesi hiç gitmezdi. İyice kafası karıştı. Gitti, evlerinin bahçesinde oturdu çiçeklerin arasındaki sandalyeye. Bir süre de çiçekleri suladı. Yazın serinliyordu hep çiçekleri sularken. Aslında acıkmıştı da…
Akşam yemeği saatinde bir komşusu geldi, ısrarla yemeğe götürdü. Onlara da sordu; ama bilmedikleri cevabını aldı. Belliydi ki; bir şeyler saklanıyordu. Çünkü aynı anda dedesi, babası ve amcası ve ev ahalisi ortada yoktu. Yemekten sonra tekrar eve döndü.
Gece yarısına doğru babası elinde nargilesiyle, ardında da annesi ve kardeşleri yürüyerek gelmekteydiler. Hemen koştu; önce ellerini öptü annesi ve babasının. Sonra kardeşlerini öptü. Babasının elinden nargileyi aldı ve eve geldiler. Neşesizdi babası. Suratı asıktı. Sordu delikanlı:
-Dedemlere gittim yok. Eve geldim siz yoksunuz. Amcamlar yok. Ne oldu baba?
-Oğlum, sana haber vermedik. Derslerini aksatmanı istemedik. Deden bir ay önce sen sağol.
Kaskatı kesildi delikanlı. Gözlerinden akıp gitti zaman ve gözyaşı. Zaman gözyaşının içindeydi, gözyaşı zamanın içinde. Bir çınar devrilmişti. Duymuyordu hiç bir şey. Görmüyordu etrafı, hissetmiyordu o anı. Geçmişteydi, evveldeydi, dedesinin dizlerinde, omuzlarında, kucağındaydı. Sakallarındaydı hatta…
“-Hadi dede anlat. Nasıl esir aldılar seni?”
“-On sekiz yıl oğlum. On yedi yaşımdaydım Hicaz’a asker gittiğimde. Biz Arapları dost bilip sırtımızı rahat dönüyorduk. Bir gece önümüzü kestiler. Altınları istediler. Altın falan yoktu ki. Ne gezer askerde altın? Hemen tutup İngilizlere teslim ettiler bizi. İngilizler de tekrar Araplara verdi. Artık esirdik.”
“-Neler oldu dede?”
“-Kızgın çölde, yetmiş metre öteye, bir mecidiye korlardı. Ayaklarımızın altına usturayla vururlardı. Ya yetmiş metre öteden o mecidiyeyi alacaksın çölde, ya da yetmiş kırbaç yiyeceksin.”
“-Dede ben intikamını alacağım!”
“-Sakın! Sen efendi adam olacaksın. Efendi adam intikam almaz. Dedene layık olacaksın.”
“-Başka neler olmuştu?”
“-Bazen kura çekerlerdi. İçimizden birini alır, havaya atar altına kılıç tutarlardı. Türklerin midesinde altın varmış. Midesini yararlardı arkadaşımızın.”
“-On sekiz yıl ha! Nasıl dayandın dede?”
“-Otuz beş yaşımda esaret bitti. Geldim dövletime. Ninenle evlendim. Sonra Fransızlarla mücadele başladı. Bir gece eşyalarımızı toplayıp buraya kaçtık. Para, pul her şey orada kaldı. Üstümüzde ne getirebildiysek… Orada kalsak, o gece yine zindana atacaklardı beni”
Babasının sesiyle irkildi. Annesi mendil getirmişti. Hıçkırarak ağlıyordu. Nisana düşmanlığı başlamıştı delikanlının. Nisan almıştı elinden dedesini.
…………………………………..
Okula dönüş, üç kırık notla bütünlemeye kalış ve tekrar memlekete dönüş. İki aylık yaz tatili… Bu kez memleketinde, babasından gizlice gençlik hareketlerine katılış… Derneklerde toplantılar, topluca gezmeler, ülke geleceği hakkında sohbetler.
Maceracıların kavga emellerini engelleme uğraşları. Kimsenin burnunu kanatmama gayretleri… Olaylar, olaylar, olaylar… Gece üç ya da dörtlere kadar arkadaşlarıyla gezmeler. Bazen bıçaklı saldırılara uğrayış… Bazen mermi vızıltılarıyla ürperiş… Nereden geldiği belirsiz kurşunlar. Bu şekilde yaşanan bir gençlik çağı…
Delikanlının yaz tatili böyle geçmişti. Sigara ise artık alabildiğine vardı. Kendisine sigarayı veren ise bazen karşılaşıyor ve sigara istiyordu.
Artık okula dönüş zamanı gelmişti. Bütünleme sınavları da vardı.
……………………………………………
Artık ikinci sınıftaydı. Derslere çalışması imkânsızdı. Hem dernek faaliyetleri, hem dersler, hem alevlenen ortamı yumuşatma gayretleri vardı delikanlının. Okula hiç kavga girmemişti, bundan sonra da girmemeliydi. Ayrıca kendi düşüncesini ve karşı grubun düşüncesini de bilmek zorundaydı. O kitapları da okuyordu. Birileri tarafından takip edildiğini de hep hissediyordu. Gençlik böyle bir şeydi ki; takip de edilse, hergün gençler de öldürülse korku yoktu.
Çok zaman yatakhaneye gitmiyor; ama yatakhanede var gibi göstertiliyordu arkadaşlarınca. O yıllarda genelde de öyle olurdu. İşin garip tarafı, bunu karşıt görüşte olanlar da bilirdi; ama asla ispiyon olmazdı. Herşey mertçeydi. Ölümler hariç… Çünkü öldürenler hep karanlıktı. Onlar bilinmiyordu. Radyolarda duyuyordu herkes sadece. Hatta çetele tutuluyor gibiydi radyo haberleri.
“- Falan falan yerlerde kimliği belirsiz kişilerin saldırısı sonucu, bugün yurtta toplam şu kadar devrimci, şu kadar ülkücü öldürüldü.”
Önceleri hep kimliği belirsizdi öldürenlerin genelde. Sonraları kan davası oluşumu ve aleni katliamlar… O görünmeyen el artık ortadan kaybolmuş gibiydi. Çünkü belki de amaçlarına ulaşmışlar ve kan davasına dönüştürmüşlerdi ortamı. Artık iki ana fikir grubu birbirini gördüğü yerde düşmanca bakıyor ve silahına sarılıyordu. Durum çok vahimdi.
Delikanlı ve diğer önde gelen arkadaşları, o gece, karşıt fikir grubunun saldırı riskini göze aldı ve kendi düşünce arkadaşlarını deniz kenarına çağırdılar konuşmak için. Çok tehlikeliydi ve her şey olabilirdi oysa. Ama okulda bir kavganın olmaması için başka da çare yok gibiydi.
(On altıncı bölümün sonu)
NOT: Hikaye ile ilgili kişiler hayal ürünüdürler.
Belirtir okuyanlarıma saygılar sunarım.
YORUMLAR
Kolu kanadi kirildi dedenin gidisiyle. Artik eksiklikleri bence buradan sonra baslayacaktir..
Neyse , gideyim ileriye dogru, bir sonrakine...
Turgay COŞKUN
Turgay COŞKUN
Saygılar, selamlar dostum...
Yüreğinize sağlık beğenerek takip ediyorum yazıyı ...bir müddet olamam dönünce okuyacağım devamını inş...bu sabah bir aile dostumuzun vefatını öğrendim cenaze için yola çıkacağım Allaha emanet olunuz saygılarımla selamlıyorum...
Turgay COŞKUN
Dönünce yazılarım sizi bekliyor olacak tabiii
Saygılar...
siz anlatıyorsunuz ben gözlerimin önünde film şeridi gibi yaşıyorum hocam
aslında çok şey yazmak istiyorum, ama ne yeri ne de sırası sanırım
emek verilmiş bir bölümü daha geride bıraktık
sabır ve heyecanla diğer bölümleri bekliyorum
kutluyorum hocam
saygı ve hürmetlerimle
Turgay COŞKUN
Bekliyorum.. :)
Teşekkürler...
Selamlar...
Büyüdükçe zorlaşan hayatın yollarında birlikte ilerliyoruz okudukça. Bizler çok farklı bir kuşağız. Pek çok devri ve değişikliği bir anda yaşadık. Nerede o çocukluk günleri, nerede bu günün gençliğinin yaşadığı çocukluk evresi. Şanslıyız değil mi Turgay bey. Bu bölüm farklı bir ivmeyle yol aldı sanki. O çocuk büyüyor...
Hep birlikte büyüyelim bakalım neler olacak.
Tebrik ederim Turgay bey.
Saygılarımla.
Turgay COŞKUN
Kendini olayların ortasında bulduğu için de çabuk büyüyor...
Çok teşekkürler Zeynep Hanım...
Selamlar...
etkileyici anıların içinde tasvirleriyle duygu analizleriyle can alıcı kelimelerle örtülü bir bölüm ve öykü kutluyorum yeniden saygılarımla...öykü yolunuz açık olsun...
Turgay COŞKUN
Saygılar...
Bu bölüm bir dönüm noktasıydı sanki. Delikanlı artık daha ciddi sarılacak herşeye. Sadece öğrencilik hariç gibi...
Öykü kendi öz hedefinde gidiyor. Bu bölümde yine dersler vardı, yine verilen mesajlar vardı.
-Tarihi bir dersti önce. İngiliz oyununa Arapların gelmesi ve osmanlı askerine yapılanların canlı örneği sergilendi.
-Aile içinde verilen değerlerin mutlaka bir nedeni olduğu, o nedenin de sevgi olduğu görüldü.
-Anarşi döneminde bile insan sevgisinin önemi çok net belirlendi.
-Delikanlı karşıt görüşleri okumakla göserdi ki; kendi düşüncesine hakim olmanın yolu karşı tarafı iyi bilmekten geçer.
-Yakın dostların görünmeyen ellerin fitnelerine her zaman hazırlıklı olmaları gerekir...
Bu bölümden ben bunları çıkardım...
Tebriklerimi sevgilerimi bırakıyorum.
Turgay COŞKUN
Öncelikli tespit doğru.. Öğrencilik hariç her şeye dört elle sarılacak... Acı ama gerçek...
Dersler konusunda da çok iyi tahlil etmişsin... Tahlillerin çok güzel.
Teşekkürler güzel yoruma...
Sevgiler, selamlar...
Çok etkileyiciydi. Ulus olarak Araplarla bir sorunum yok. Fakat, Birinci Dünya savaşında bizleri İngilizlere sattıklarını Tarih kitaplarından çok iyi biliyorum. Bu manada öykünüz çok etkileyiciydi. Çok etkilendim. Tebrikler Turgay hocam. Selamlar
Turgay COŞKUN
Zaten sorunlar ırklarla olamaz bence. Aynı ırktan toplumların birlikte yaşadıkları bölgelerde, birbirlerini tetikleyen insan davranışlarıdır yer yer kötü olanlar... Ki örnek olarak yine Arapları verebiliriz. Yaşadıkları geniş coğrafyada, kurulan devletlere göre davranış şekilleri çok değişiktir. Irak ayrı, Suriye ayrı, Mısır, Filistin, Fas vs. ayrı.
Değerli yoruma çok teşekkürler...
Saygılar...
bundan sanırım iki öykü öncesiydi..dedesinin söylediklerini düşünüyordu..o zaman anladım nedense dedesini bir daha hiç göremeyeceğini... :(
ölüm...ne kadar tanıdık ve ne kadar yakın da olsa,bahsi geçince kalıyorum işte..diğer bütün yaşananlar saçma geliyo..delikanlının sigarayı artırması,bütünlemeye kalması,dernek faaliyetleri,dava...
nisan...sükût....
saygılar..
Turgay COŞKUN
Ölümün yanında herşey basit kalıyor değil mi kardeşim? O halde 17. bölümü oku derim sana.
Nisan... O öyle bir ay ki... Benim yazılarımın çoğunda vardır. Hatta Defter'de bile var sanırım. Aile bireylerimin biri hariç hepsini öldüren aydır Nisan... İlk kez bu yıl yazmadım nisanla ilgili. Yine de öyküdeki dedeyi nisanda uğurladım...
Teşekkürler değerli ve içten yoruma...
Selamlar...
Az evvel yazdığım her şey uçup gitti, o kadar etkilendim ki yazıdan, yanlışlıkla bir yere bastım heralde klavyede...yazdıklarımı tekrar toparlamaya çalışacağım...Bu güne kadar okuduğum serinin en can alıcı ve etkili bölümüydü...okurken gözyaşlarıma hakim olamadım, boğazımdaki yumru yutkunmama izin vermiyor.Yazınızın en başından beri dedenize olan düşkünlüğünüzü biliyorum ve yaşadığınız o anı kare kare ben de yaşadım sanki...diliyorum dedenizin yattığı yer ışık olsun...yazdıklarınızı okurken dalga dalga savruldum...yıllar öncesine, bir nisan akşamına gittim, annemi kaybettiğim gündü o gün...ve o zaman tıpkı sizin gibi eğitim amaçlı ablalerımdan biri şehir dışındaydı, bu yüzden haber verilmedi O'na...yaklaşık 3 ay sonra döndüğünde hasta yatağında bıraktığı annemin yerinin boş olduğunu görünce, şoka girmişti, duvara kapanıp saatlerce ağlamıştı...Sevgili Turgay bey, inanın daha fazla yazacak gücüm kalmadı şu an, çok özürdiliyorum, sayfadan ayrılsam daha iyi olacak...gönlünüze, kaleminize sağlık, sevgiler olsun...
Turgay COŞKUN
Sevindim; çünkü yazı anlatımının başarılı olduğunu anladım. Üzüldüm; çünkü siz de üzülmüşsünüz.
Bu arada yazı ile beni özdeşleştirmeniz de çok iyiydi. Kısaca yorumunuz bana gerçekten onur verdi. Ama dediğim gibi bu vesileyle çok üzülmeniz bana aynı şiddette de üzüntü verdi.
Nice yazı ve şiirlerde görüşmek üzere.
Saygılar...
Bugünkü bölüm beni de öğrencilik yıllarıma döndürdü. Yaşarken fark edemediğimiz oyunlarla sağcı solcu diye çok canlara kıydılar.Her gün okulun önünde molotoflar patlar, bizim okula da bulaştırmaya uğraşırlardı kargaşayı.Müdürümüz çok dirayetli biriydi, ekip otosu bekletirdi.İstanbul Cerrahpaşa'da Davutşaşa lisesi olaylara karışmadan bitti.
Ne günlerdi...
Gurbette olana acı haber nasıl verilir, söylenmiyor işte.
Sizin yazınızda, tahminen hayatınızda olduğu gibi, büyük oğlum ailesiyle Almanya'da, onlar giderken anneannem sağ, ilk toru çocuğu olduğu için benim Mehmet'imi çok sever, ben onların izne geldiklerini göremem artık demişti.
Hakikaten de vefat edince söyleyemedik, geldiklerinde öğrenip çok üzülmüştü
Biraz uzattım, takibe devam, selam ve saygılarımla.
Turgay COŞKUN
Evet... Haber verilmeyen ölümler bence de çok sarsıyor insanları. O özlem ömür sürdükçe devam ediyor
Değerliydi yorumunuz. Çok teşekkürler.
Saygılar...
Öncelikle dedemle ve ebemle (anneanne) yaptığımız sohbetleri hatırlamama sebep oldunuz. Şu an bin pişmanlık yaşıyorum. Onlar gerçekti, anlattıklarıda gerçekti, onlar kocaman bir yaşayan tarihti. Keşke o zamanlar yaşım biraz daha büyük olsaydı yada ne bilim anlattıklarını kasete kaydetmeyi düşünebilseydim. O zamanlar bana masal gibi gelirdi ve anlatımları ayrı bir zevkti. Hiç sıkılmazdım. Özlemim arttı, hasretin had safhasındayım şu an.:((((
Ve bizim yıllarımızı ne güzel açıkca anlatmışsınız. Evet merttik, düşman gibide olsak merttik. Kan davasına dönüştürene kadar. Bizler çok geç olmadan akıllandık. Şimdi tek dileğim şimdikilerde çok geçmeden akıllansınlar. Gerçekleri görsünler. Hangi dinden, hangi mezhepten, hangi düşünceden olsalarda yaşadığımız bir toprak var. O topraklarda yaşayan herkes Türk. Bunu unutmamalı ve ona göre davranmalı. Türkün türkten başka dostu yok. Geçmişimizde kanıtı...
Hocam bu sefer ki yazınız beni çocukluğuma, okul yıllarıma götürdü. Acısıyla tatlısıyla güzeldi.
Emeğinize, yüreğinize sağlık. Saygılarımla...
Turgay COŞKUN
İşte şu sözler olayın özü. Bunu sindirebildiğimiz kadar bu ülkeye hizmet ederiz..
Yorumunuz beni çok duygulandırdı...
Teşekkürler...
Saygılar...