- 1376 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
YÜREĞİMİZ VE BEYNİMİZ ARASINDAKİ PATİKADAN HİÇ YÜRÜDÜNÜZ MÜ?
“Mutlu olmayı yarına bırakmak, karşıya geçmek için nehrin durmasını beklemeye benzer" Ve bilirsin, o nehir asla durmaz.”
Bu söz, evimden yüzlerce km mesafedeki Gölcüğün mavi gökyüzüne baktığımda birden belleğimden düşüverdi aklıma. Yazan kişiyi hiç mi hiç anımsayamıyorum. Bazen bir renge, bazen bir objeye takılır bakışlarım; işte bu dalgınlıkla anımsama anımda aklıma süzülür rafine sözler. Sözle birlikte bir farklı gülüş, acıya çalan bir renkle yayıldı yüzüme. O anda tarihin sayfalarını evirip çevirdim; bir bir savaşlar ve kıyımlar düşüverdi usumdan. Yüksek sesle, “acaba kim mutlu ki şu evrende?” sorusunu sordum kendime. Öyle ya çoğu zaman seyirciyiz mutluluklarımıza, o nehre bakar gibi durur izleriz, bekleriz, umarız ve sonra da hayal kırıklıkları yaşarız. Sonra da “sol yanım sızlıyor” diye yakınırız. Sol yanım, dedim de… geçenlerde ziyaret ettiğim bir araştırma sitesinde okuduğum yazıyı sizlerle paylaşmak isterim.
Kalp ile beyin arasında bir köprünün bulunduğunu, kalbimizin sadece kan pompalamadığını, beynimizden 100 kez daha güçlü bir elektrik alan ve 5000 kez daha güçlü manyetik alan ürettiğini, öyle ki bu güçlü manyetik alan 22.000 mil uzaktaki uydudan bile çok rahatlıkla ölçülebildiğini, yeryüzündeki manyetik alanları ve bu alandaki dalgalanmaları bilim adamları düzenli olarak ölçüp tespit ettiklerini öğrendiğimde çok şaşırmıştım.
Nasıl ki beynimizdeki nöronlar bilgi yüklüyse kalbimizdeki nöronlarında bu bilgiyi taşıdıklarını öğrendiğimde aklıma şu düşünce de geldi: Üzüntü, acı,kin, öfke, hırs vb gibi olumsuz duygularımızı evrene yayabileceğimiz gibi, sevgi, şefkat, merhamet, hoşgörü, neşe, sevinç, vb duygularımızı da yayabiliriz gerçeği ile ister inanın ister inanmayın o anda gökyüzünün mavi rengine dalıverdim.
“Sorsan ikimiz de maviydik; ama birimiz deniz birimiz gökyüzü…Anlatabildim mi?” diye fısıldadım o maviliklerden anlamak istemeyen, anlaşılmayı bekleyen kimi vefasız ve nasırlaşmış yüreklere.
İlkel toplumlarda, büyü ve büyücüler, günümüzde halen varlıklarını sürdüren medyumlar ve kahinler, geçmişte çığrından çıkmış toplumları, insanlığı disipline etmek adına dinlerin yayılmasında da bu manyetik alanın önemini var-sayarsak, yürekle beyin arasındaki yolu keşfetmiş olan akıllı,üstün insanların, liderlerin geçmişte yaşadıklarını hepimiz biliyoruz.
Beni en çok şaşırtan bir gerçek de, bilim adamları her gün dünyanın manyetik alanlarını kayıt-ederken 11 eylül günündeki kaydedilmiş görüntülerde anormal sapmalar oluşmuş. Bunun nedenini çok sonraları çözmüşler. Efendim 11 eylül günü televizyonlarda ikiz kulelerin yıkılma görüntüsünü izleyen insanların duyduğu üzüntülerden yayılan negatif enerjiden kaynaklanmış.
Ölçümleri gerçekleştiren Araştırma Enstitünün başında bulunan Howard Martin adlı bilim adamı sürekli kalp zekası ve kalpten evrene yayılmakta olan manyetik dalgaların araştırmasını ekibiyle başarıyla yürütüyorlar. Ben biraz bu araştırma sitesini dolaşınca insandaki hastalıkların oluştuktan sonra nasıl tedavi edilebileceğini de okuyunca hani “ağzım bir karış açık kaldı!” denir ya, işte aynen öyle kala kaldım.
Başta depresyon, kalp ve damar , şeker hastalıklarının yer aldığı listeyi okuyunca yürekteki nöronların bilgileriyle yayılan olumsuz manyetik alanın hangi hastalıklara neden oluyor ve nasıl terapiyle tedavi olunuyor bölümünü dikkatle okunması gerektiğini düşünüyorum.
Aşağıda belirttiğim adreste bilim adamları “Coherence” diye adlandırdıkları manyetik alanla kalbe dayalı bir yaşamı geliştirip, insanın beynindeki stres düzeyini ölçtüklerini yazmaktadır. Örneğin; insanla, doğayla uyum, ahenk, eş fazlı, vb gibi bir anda kalp ve beyin dalgalarındaki ahenk ölçülüyor. Eğer Global Coherence adını verdikleri bu manyetik dalgalanmada 0.10 hertz olduğunda “affetme-hoşgörü-sevgi-şükran-umar-merhamet , vb” gibi duyguların hissedildiği görülmüş. Daha da önemlisi bu dalga boyutunda olan bir insanın bağışıklık sistemi daha da güçlü olup hastalanmadığı, varsa hastalığı kısa sürede iyileşebileceği ve stres hormonlarının düzeyini koruduğu gözlenmiş.
Bilim adamlar, “Coherence Aleti” icat ederek daha da ileri boyut taşımışlar. Örneğin bu aleti üzerinde taşıyan bilim adamları olumsuz manyetik enerji yaydıklarında “kırmızı” ışık yandığında, “Acaba bugün ben neye üzüldüm, yüreğimdeki kaygıya neden olan gerçek nedir*” diye oturup düşünüyorlarmış.
Şimdi bu mantıktan ve bilim adamlarının buluşundan yola çıktığımızda beyin ve yürek arasındaki o köprüde gidip geldiğimizde AŞKI düşünebiliyor musunuz peki?
Usumdan damlayan duygu duygu endişeli Victor Hogo’nun sevdiğine yazmış olduğu dizeler geliyor:
“Sevdiklerin vefasız mıydı bu kadar
Ağlamaktan mı karardı gözlerin
Bir zamanlar gözyaşını sevmezdin
Şimdi nerden yaşardı gözlerin
Hasta mısın, yorgun musun nen var
Sevdiklerin vefasız mıydı bu kadar
Arzular vardır bilirsin anlatılamaz
Eskisi gibi kalsaydın ne olurdu
Taptaze, ıpılık kar gibi beyaz
Keder sana yakışmıyor gül biraz
Arzular vardır bilirsin anlatılamaz. “
Bu şiiri sevdiğine ulaştırdı mı bilmem, ama sevilenin manyetik alanında “mutluluk, huzur” dalgaları yayacağından hiç kuşkum yok.
Eğer bu alet Özdemir Asaf’ın yaşadığı yıllarda da var olsaydı, bu kadar hırçın, bu kadar alıngan ve kırılgan bir enerjiyle dolaşacağını hiç sanmıyorum:
“…Eskisi kadar özlemiyorum seni,
Ve ağlamıyorum olduk olmadık zamanlarda..
Adının geçtiği cümlelerde, gözlerim dolmuyor..
Yokluğunun takvimini tutmuyorum artık.
……Biraz yorgunum..
Biraz kırgın..
Biraz da kirletti sensizlik beni !” dizelerini yine de yazar mıydı? Veya yaydığı olumsuz manyetik alandan kurtulabilir miydi kendini şu dizelerdinde yazmış olduğu gibi:
“Nasıl iyi olunur henüz öğrenemedim ama
“İyiyimler” yamaladım dilime.
Tedirginim aslında, seni unutuyor olmak,
Hafızamı milyon kez zorlamama rağmen yüzünü hatırlayamamak korkutuyor beni..
Gel diye beklemiyorum artık,
Hatta istemiyorum gelmeni..
Nasıl olduğun konusunda ufacık bir merak yok içimde.
Ara sıra geliyorsun aklıma, bana ne diyorum
Benim derdim yeter bana bana ne !
Alıştım mı yokluğuna ?
Vaz mı geçiyorum, varlığından ?
Tedirginim aslında,
Ya başkasını seversem ?
İnan o zaman seni hayatım boyunca affetmem..”
Aslında şair gönül sayfalarımıza yüreğinin kaygılarını ufalamış; onun bir yandan da gururuna teslim olduğunu anlıyoruz, şiirin finalinde de sevdiğinden hiç vazgeçmediğini yüreğindeki nöronlardan yaydığı olumsuz manyetik enerjiyle kaleminden damıtmış. İnsan okudukça bu tür şiirleri hüzün bulaşıyor yüreğine, değil mi?
Sonuç olarak; şairler çoktan keşfetmişler sol yanlarında kan pompalayan yüreklerinin boyutunda yaşamayı. Hani hep derim ya “aşk ve hüzün şairin can-suyudur” diye. İşte aşağıda alıntıladığım Bob Marley’in yazdığı dizelerdeki olumlu manyetik enerjinin yürekten nasıl evrene yayılabileceğini düşünürsek, yüreğimizin rotası enginlere doğru yol almayacağı kesindir.
“O’nun ilk aşkı olmayabilirsin, son aşkı da;
Hatta her hangi bir tanesi de.
Unutma tıpkı senin gibi, o da mükemmel değil..
ama şayet o, seni olup olmadık yerlerde güldürebiliyorsa,
Seni iki kez düşündürebiliyorsa,
Onu seninle tutmaya çalış ve ona verebileceğin herşeyi ver.
Seni günün her anında düşünmüyor olabilir;
ama sana kırabileceğini bildiği bir parçasını verecektir: "kalbini".
Yaralama onu, değiştirmeye çalışma, çözümlemeye kalkma,
Ve verebileceğinden fazlasını bekleme..
Seni mutlu ettiğinde gülümse,
Kızdırdığında fark etmesini sağla ve birlikte değilken özlendiğini bil.”
Şair olumlu bir felsefi düşünceyle olumsuz düşünceyi saf-dışı ediyor. Yüreğimize mantıkla söz-geçirmemizi öneriyor.
Yürekte bulunan nöronların artık analitik belleklerden uzaklaşmamız gerektiğini yaşantımızı ve geleceğimizi yüreğimizin sesine kulak vermemizi ve yüreğimizin boyutunda yaşamamız gerekiyor.
Böylece yaşamımızda, evrenimizde daha huzurlu ve mutlu yaşama şansımız olacaktır. Ve yüreğimizle beynimiz arasındaki o patikadan düşmeden dengeli bir şekilde yürüyelim.
Sevgiyle,
Şiirle,
Mutlu kalınız.
Emine PİŞİREN/Kocaeli-Gölcük
Kaynak Adres: www.heartmathbenelux.com/index.php?lang=en&id=28
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.