ÜSKÜDARIN GÖRDÜKLERİ
İnsanlar yitirmiş bir şeyler arıyor,
Düştüğü bu tuzaktan kurtulmak için. Kendi kendine bin bir soru soruyor, Boğazın derinliklerine dalabilmek için. Günler ayları, aylar da yılları kovalıyor, Adeta bir köşe kapmacası oynarcasına, Yukarıdan aşağı; nefessiz hızla koşuyor, Dalmış gidiyor, istediğini bulmuşçasına. Benliğini yitirenler kimliğini arıyor, Nefsi emmâreden kurtulmak için. Yol yücelmiş, akın yapmak zor; Bu engeli aşmak, bir mûcize diyor. Ümit kalmamış, inanç ise sıfır, Dalıyor boğaza, şuursuzca gidiyor, Yapışmış ensesine bırakmıyor kâfir… Hakikatin altına o yalan da yakışır mı? O gitti, bu gitti, sen de ha öyle mi? Kürek çekecek kalmadı, diyarı gurbette. Sen hâlâ oyalan, bir ileri bir geri emi? Yaptığın fiiliyat, bulacaktır seni elbette. Yaratan ne güzel yaratmış şu cihanı, Ama gafil yaratık bilmez bu figanı. Bana değmeyen yılan, bin yaşasın misali, Kabuğunu çekerek sığınıyor hücresine. Kendini toprağa adamış, kaplumbağa misali, Başıboş gezip duruyor, yerin en ücrasına. Vapurlar, motorlar şu boğaz sırtında, Bir görebilse tarihin derin sayfasında, Düşünmüyor, bakmıyor, görmüyor, Bir ne var, şahit olsa omuzlarında, Şu dağların olduğunu anlardı sırtında. Amaç yok, ideal ise onun karesi, Bu da insanların dindeki gerçek firesi. Dünya bir yana, ahirette öte yana, Bu ilgisizlik karşısında, hangi yürek dayana. İnsanlar, başıboş naralar atıyor sokaklarda, Uzanmış bilinçsizce yatıyor, kaldırımlarda. Anlatmak şöyle dursun, semtine bile varmıyor, Bu ruhsuzluk karşısında, hiç mi hiç doymuyor. Yılan misali zehirlenen çocuklar çocuklar! Din, ahlâk yok; bunların hepsi yapmacıklar. Bugünün küçüğü, yarının büyüğü öyle mi? Olmaz olsun böyle büyüklük adedi emi? Kalitesiz, amaçsız büyük olmaktansa, Taş olsun, böyle adice harcanmaktansa. Hava burslu, boğaz dalga dalga deli, Topluyor, etrafından kaçan sessizce yeli. Çarpıyor kıyılara, bir mesaj vermek istiyor, İnsanoğlu akledip benden ibret alsın diyor. Deniz öfkelenmiş, bıraksam mahvedecek, Şu görünen yitik arzı, bir nefeste boğacak, Yerde, semâda bir namussuz koymayacak, İşte benim elimden, gelen budur diyecek, Ağaçlar bile çıkarmıyor örtüsünü yazın, Senin bu ukalaca kimedir bilmem nazın. Kışın mı dediniz, o zaman kimliğine bürünüyor, İnsanlarsa fiiliyatlarından süründükçe sürünüyor. Deme ki hiç insanla ağaç karşılaştırılır mı? Düşüncesiz aklın yeni mi geldi başına senin? Unutma! Akılsız başın cezasını ayaklar çeker, Seni ruhunla tarla diye sürüp denize eker… Ağaç, akılsız olduğu halde Rabbini bırakmıyor, Kirli kan pıhtılaştı, artık gönülde akmam diyor. Kışın bizim insanımız, yaratanın emriyle değil, Emrini soğuğa vermiş, bilmiyor başka meyil. İnsan robot olmuş, nereye gittiğini bilmiyor, Frenleri fena patlamış, duracak yeri bilmiyor. Sadece makam, mevki, para, şöhret ve ötesi… İnsanları, hayâsızca ruhunun etmiş kölesi. Yaşamak için insanoğlu nimeti yemiyor, Tıpkı hayvan gibi yemek için yaşıyor, Bir gün, ben de ölüp, gideceğim demiyor, Hâlâ hakka gelmiyor, kene gibi emiyor. Unutma! Zaman her şeyin gerçek şahidi, Hiç ihlasın mealinde okudun mu vahidi? Orda Allah ne buyuruyor, diye sordun mu? Rabbin için, hiç kendini hiç yordun mu? Sorular, sorular ve düşünceler dünyası, İnsanoğlunun dünya için kurduğu hülyası. Kan akıp gidiyor, gelmez yerine, İğne pek mi; pek saplandı derine. Batan yer tek; ama ağrı bütün vücûdun, Bunun nedeni, Rabbine yapmadığın sücudun. Tutamazsın sen, onu aktığı zaman, Vermez dininden düşmana karşı aman. Mesafe farkı yapma, bu fark kapanmaz, Allah korkusuyla eriyen kalp yanmaz. Açıyı fazla açmaman gerekir inan, Sonra görür seni, dost ile düşman, Derecesi oldu mu, üç yüz altmış, Artık yakana küfrün mührü vurulmuş. Zamanın neresinden dönersen kardır, Geriye kalan, gerçek yar mı desem yardır, Olmadı şu bandı geri sardır, Artık dünya senin başına dardır. Yetişemezsin zaman aktı, tiren kalktı, Seni, bu düşüncesiz beynin yaktı, Daha dün senin alnın pek aktı. Baksana bu gün sana ne oldu? Yoksa gözlerin mi kör oldu? Şu asılsız çevren, sana dar oldu. Bakıyorum etrafıma hiçbir hareket yok, Boğazın maviliğinden ise eksilen yok, İşte vapurlar! Yerinde, ilerleyen hiç yok. Balıklar teknesi, sandallar işte duruyor yerinde, Çok mu insan yatıyor, şu engebesiz derinde! Ölümü sık sık hatırlayınız diyor, On sekiz bin âlemin sultanı Peygamberim, Onun sunduğu hayatı yaşar gerisini teperim. Arkadaş bırak, bu aslı olmayan hülyanı! Kur artık seni kurtaracak ebedi dünyanı. Keşke hep çocuk kalsaydım, denize girmeseydim, Büyümeseydim, oynamasaydım, düşünmeseydim; Dünyayı masum oyuncaklarıma bindirseydim, Güçlüklere karşı; hiç mi hiç direnmeseydim… Yo arkadaş! Bunlar çocukluk şakası, Yeter kestiğin artık, bırak şu makası. Hâlâ kendini oyala dur, bir o, bir bu aşktasın, Düşünce deryasını ayağa kaldıracak yaştasın. Üsküdar! Yaşlanıyorsun bırak eyyamcı yaşamı, Sana mı kalmış, bu moda, bu sömürü düzeni? Aklını başına al, adam ol, bırak gece hayatını, Artık kopar, seni zehirleyen küfrün köksüz dalını. Kendi peteğinde, kendin yap balını, İnsanların hayrına aç kendi dalını. Yemeğini kendin pişir, kendin ye, Benim elimden gelen, işte budur de. Ele güvenme, zehir katar senin şişene, Seni aradan çıkarınca, girerler gişene. Rabbini çok düşün, senin çok ihtiyacın var, Namaz kıl, oruç tut, gece gündüz O’na yalvar. Kendini bu yolda; zor da olsa diret, sabret İşte o zaman emin ol, Allah sana verir basiret. Gönüllerde güvercinler katar katar uçar, Kanatlarını kaldırmış, yüce Rabbine açar, Gittiği yerlere, Allah’tan mesajlar saçar. Üsküdar! Duy, şâhit ol, zaman artık geç, Zaman geçmesin, sorumsuz hayattan vazgeç. Aralık /1989 İstanbul |
Kanatlarını kaldırmış Rabbine açar,
Gittiği yerlere, Rabbinden mesajlar saçar.
Üsküdar! Duy, şâhit ol, zaman artık geç,
Zaman geçmesin, sorumsuz hayattan vazgeç.
yürekten tebrikler,saygılar.