Antoloji
ÇOCUKLUĞUM
Çocukluğum; Uzaklarda kalan sonsuz hasretim Gökkuşağında kaymak istediğim yıllarım Çocukluğum; Mezarını bilmediğim babam ... Hayallerime attığım ilk imzam Dar sokaklardan eve döndüğüm yuvam Kanadına sığındığım anam Bahçemdeki menekşelerin kokusu bulur beni bazen Üstüne birkaç çiğ damlası düşmüş Takvim yapraklarına bırakılmış yalnızlıklarım gelir aklıma Zamanın aldığı uykusuzluklarımda Önce umutlarım terk etti Sonra yaşayamadığım çocukluğum Yüklenince acılar küçük omuzlarıma Uyudum Uyanınca aklımda kalan sevgiye olan kocaman susuzluk Yalnızlık nasıl da korku verirdi içime Kendimle konuşur,yastıklara dayardım burnumu Dost diye Zincire vurulmuştu sanki hayallerim Siz hiç gülerken ağladınız mı? Ben çocuktum bir zamanlar; Tahtadan oyuncaklarım, söğüt dalı atlarım vardı Kızağımın üstüne karlar yağardı Yüreğimdeki tek yük okul çantamdı. Kocamandı evde bekleyen anam ... Sıcacıktı topraktan babam Kırmızı burunlu dostlarım vardı kardan Bir ağlamaya göreyim Kardan dostlarım da ağlardı Onlar da erirdi benimle birlikte Tahtadan kılıçlarım vardı Bir sallamaya göreyim Kazanırdım bütün savaşları. Derken bir gün büyüdüm; Tahta oyuncaklarım yandı Kardan dostlarım terk etti gitti O güzel günler yağlı boya resimlerde kaldı. Çocukluğum; Gizlenmiş umutlarım, kaderimle ardım sıra gelip Gölgemi takip eden Bir bahar yeniden açar diye içime sakladığım yıllarım Kokunuz çok uzaklardan gelir. ... Yüreğimi terk etse de acılar bazen Hep geç kalınmış sevgiler saklanır çantalarımıza Hayat bize küser, Biz hayata Yıldızlar azalırdı. Ahşap kapılardan giderdik sevdiklerimize Nefes nefese kışların çığlıklarını kovalardık Güneşli günlerde gökkuşağının altına girelim diye ....................................... Gitme hayat ırmağım gitme bu şehirden, gitme Kurtlar sofrasında yalnız kalırım gitme Sevdayla saklambaç oynarım gitme sevinçlerimle salıncak oynarım gitme annemden öğrendim gözyaşlarından ev yapmasını kalbime ilk imzayı atmayı kömür sobalarından geleceğe köprü kurmayı çocukluğum; gitme yüzemez ki balıklarım sen olmazsan geleceğe bölünürüm damla damla, gitme emanet ederken yetimliğimi sana solarken yıllar damarlarımda, her basamakta bıçak gibi keserken her nefes alışımda kaybettiğim sevdiklerimin yüzü içimi gitme ezilmiş çocukluğum dizilmişken vagonlara ard arda yüreğimde kelepçelerle giderken bıçak sırtı kaderime gitme çember çevirirken sevinçlerimi ilk diktiğim ağaç büyürken kalbimde ilk aşklarımın parmak izi dururken avlu duvarlarında gitme hayat bisikletimi çeviremem, gitme! Çocukluğum; Ne misketlerim kaldı senden bana Ne de kayarken düştüğümde kanayan yaramı öpücüklerle saran babam Bir annem kaldı ... Oda seninle döküldü Beyazladı saçları hayatının Bir dev geçti dört yüreğin omzunda Ne kadar da kolay adımladılar yolları Bir kaç toprak, bir kaç dua Atıverdiler çocukluğumu bir çukura. Şimdi; O eski sobadaki çaydanlıkta demleniyorsun çocukluğum Yalınayak koşturuyorsun zamanın dönülmezine Ayakların üşüyor Sanki geri gelecek gibi öpücükleri Ayağını kanatıyorsun Akif Tütüncü Anne Dokunduğun eller Buğulu bir sonbahar esintisi bırakıyor tenime Avuç içlerin yalnızlık yağmuru Dokun Yüreğime çiz çocukluğumu ... Resimleri yansın mazideki fotoğrafların Bir sen yak içimi Bir sen okşa saçlarımı doğarken Belki saçlarıma hiç dokunmadığındandır Bütün şiir yolculuklarım hep sana çıkıyor anne kelimelerim kısa pantolonlu Birazda yalnızlıktan marazi senden sonra dayayacağım bir göğüs bulamadım güvenli İçime akıyor bakışların Gidiyorsun Küçük ellerim tutamıyor gidişini Akif Tütüncü Yıkık mezar taşı Yıkık mezar taşı Elimde silgiyle yaşama başlasaydım Büyümeyen çocukluk yanımı silerdim. Aile boyu alabora yolculuğuydu benim çocukluğum. ... Mavi ışıklarda uçuracağım martım olmadı benim hiç Dudaklarım hep kuru kaldı, öpememekten sevdiklerimi. Yüzüm çizgilerden taşan, anlatamadığım kelimelerle doldu Hayat durağında bekleyen, yolculuktu bütün yaşadığım. Eşit değildi adımlarım insanlarla. Ben birkaç adım atardım Onlarsa bir Kavuşurlardı benden önce yaşam oyununa. Bütün hazinem, beslenme çantamda biriktirdiğim hüzündü. Birde ismini okuyamadığım, yıkık mezar taşı. Akif Tütüncü Zaman damlası Dokuma tezgâhında ki Fırındılar Buzdağlarını ördüler Kalıp dışı Bir aşk hikâyesi yaktılar Kalpleri Duvardaki yazılarında atardı İsmet paşalıydılar Komşularımdılar Baharları erik kokardı ulaşamayacağım Evlerinde gizli gizli kitap okurlardı Yasaklı Ruhları vardı topraklarının Gün doğmadan aydınlanırdı karıncalara Emeği biriktirirlerdi aydınlığa Mektupları tutunamayanlara söylev Kiraz Kırmızı hayalleri vardı Bir mevsim olgunlaşmasını beklerlerdi meyvelerinin Akşam döner mi diye bekledikleri oğulları vardı Ölmeden gelmek ödüldü O zamanlar Eski kahramanların hikâyesini anlatırlardı akşamları Tek siyah beyaz televizyona sahiptiler Komşularımdılar Yoldaşımdılar Beklerim erik kokuları koksun diye yüreğime Akif Tütüncü Baba Kırık kanadımın kalbimdeki el yazısı Cennetin kalbime damlayan sızısı Annemin göğsündeyken sararan hikayem Usulca geçtin hayatımdan Çocukluğumun sıyrılan yanıydın yanı başından İçi yazılmadan bırakılan Toprağa gömdüğüm mektubum Canımdan dökülen son yağmurum Akif Tütüncü Ayrılık Tek kişilik bir serenattır aşk Anlatılması güç bir ayrılık yaşatır Bir birine karışan iki kalp Hangi kelimeyi söylesen ağırlıktır ... ... Uzaktan sevmenin çekiciliğine İntihar eder özlemenin güzelliği Ve her kelime yaralar insanı Giderken söylenen Üstünlüğün zalimliğidir Hangi kelimeyi söylesen fazladır ayrılıkta Akif Tütüncü Zordur yaraların kazınması taşa Doğdum Yaralandı sevdiklerim açmadan kalbimde işte bu baban dediler savrulan bir toprağa yangın bir sessizlik çöktü içime yağmurlar bile şarkı söyleyemedi yalpaladı annem gelemedi sarılmaya annem diyemedim bir isim bile yazamadım hayallerimin mezar taşına zordur yaraların kazınması taşa Akif Tütüncü Islanarak büyüyeceksin Yağmur yağacak elma şekerlerin ıslanacak çocuk Masallarını çalacak gök gürültüsü Yalnız kalacaksın gök kuşağının altında Hayal olacaksın Yüzüne damlayacak annenin eşarbı Kanayacak içinde geceler Düş yolculuğuna çıkacaksın Hadi git sınırların içinde Git gidebilirsen yaralarınla Yağmur yağacak kaçırdığın son otobüsün üstüne Islanmayacak kadar kuruyacaksın Tek tekerlekli bisikletinle koşturacaksın Koşturacaksın siyah önlüğün üstünde Elma şekerlerin ıslanacak büyüyeceksin çocuk Akif Tütüncü Ağlamayan sadece babalar Bir Rüzgâr eser toprağa Gözlerimi soyar hüzünler Ağlamaz derler oysa hiçbir erkek ............Yanılırlar Ağlamayan sadece babalar Akif Tütüncü Siz bendiniz Güneşi karanlığa gömdüm yaralarımın yıldızlara kayışında Dalgalandıkça gözlerin gözlerimde, Bulutlar yelken alırdı, en gizemli yerlerime Seviyordum sizi kim olduğunuzu bile bilmeden Yokluğunda kendimi bulduğumdunuz Sadece bir harftiniz benim için. Memleketiniz ise gaip Kaç gece rüyamda koşturmuştum ardınızdan İçimdeki emanetinizi vereyim diye Ne zaman uzatsam ellerimi yüreğinize ...kanadımı kırar uçurmazdınız Ne siz bir gün sevdayı tattınız ...ne bana bıraktınız Siz yokluğunda ağlamaya doyamadığımdınız Göz göze gelebilme umudu ile Ne kadar çocukça şiirler yazmıştım o zamanlar Her defasında karşıma geçip gülerek gidiverdiniz Ne siz sevdayı öğrendiniz .....ne bana bıraktınız Siz karanlıklarıma beyaz örtü dileğimdiniz Ölüme karşı hayat öpücüğüydü aşkınız Geleceğe olan kucaklaşmam Ne siz sır olup hoşça kal dediniz Ne de yüreğinizin kapısını açtınız Siz benim büyümeyen çocukluk yanımdınız Annemin kokusu, babamın el iziydiniz Siz yoksunluklarımdınız Siz bendiniz Akif Tütüncü Sunay Akın’a Senden öğrendim Dudak payı acıları Antik acılar çarşısından satın almayı Gözlerde güneş varken Kalplerin şemsiyesizlikten ıslandığını Halanın mirasıydı ikimize de Bir yumurtayı ikiye bölmek Şimdi yalnız beyaz perdede izliyoruz Birlikte tutuşmaktan yanan elleri Tahta atınla gel Hadi tut ellerimi Bir şemsiyenin altında Gazozu birlikte içelim Sen güneş ol Ben yağmur Sen şiir ol Ben kâğıt Sen bende anneni bul Ben sende babamı Tekrar çocuk olup Tamamlanalım Akif Tütüncü Teğet geçen hayat Teğet geçen hayat Saat ayrılığa çeyrek ömür var Yaşanmamış, yaşanmışlıklarla elveda saati ömrümün Valizler toplandı bir kaç damla gözyaşı, burkulmuş bir kalp sızısı, yitirilmiş hayaller Pembe düşlerle başlayan bir hayat yolculuğu Yalnızlık bulutlarıyla nasılda dağıldı, karardı Çocukluğum yağdı önce üzerime Sonra gençliğimin kalp sızısı Hayata teğet geçen bir sonbahar Üzerine karlar yağan bir hayat Önce ellerim üşüdü, sonra yüreğim sana yazdığım bu son şiirde Her şeye inat hala İstanbul ağlıyor, ben ağlıyorum Akif Tütüncü Ustamız sevda Ustamızsa sevda Topraktık cana döndük Hamdık demire döndük Her gün yapılıp bozulan kile döndük Ustamızsa sevda Kalbimiz kilden yapılmış ateş kabı Hayat, buğdayı una çeviren değirmen taşı Unduk pişip ekmeğe döndük Ustamızsa kara sevda Ana olduk, baba olduk, evlat olduk Yüreklerde filizlenen çiçek olduk Kurutulup sararmış defterlere konulduk Ustamızsa sevda Kilden testilere döndük Demirden uçurumlara düşüp bölündük Her gün eritilip ateşe düştük Ustamızsa sevda Topraktan cama döndük Camdan yüze döndük Yüzden toprağa döndük Rotamızsa Elveda Akif Tütüncü Yakala yağmuru çocuk Yakala yağmuru çocuk Daha zamanın varken Baloncuklar uçur sevdiklerine Yarın elemden saçlarına karlar yağacak Kaldıramayacak yüreğin sevmeyi Tut ki yağmuru hayat buharlaşmadan Anlatacak romanın olsun Daha bembeyaz sayfaların Ne ihanete uğramış sevdanın lekesi var Nede kaybettiklerinin sakladığın el izi Annenin süt kokusu sinmiş beyazlıklara Aç yalnızlık anlarında kokla Kokladıkça kurur içinin ıslaklıkları Romanını yazmaya Yağmuru tutarak başla çocuk Tut ki için kuruduğunda Akıtacak bir yanın kalsın Akif Tütüncü |