EVYE YA DA “YATAK ODASINDAN OTURMA ODASINA KABLO ÇEKMİŞ ADAM"
”
Kiracılık yaşamış biri olarak empatiyi hiçbir zaman elden bırakmadım. Bu nedenle evimi hiçbir zaman bir emlakçiye vermedim. Kapı komşum her gün merhabalaştığım emlakçi komşuma dahi vermedim. Birçok kişi aradı ya depozitte anlaşamadık ya da başka nedenlerle anlaşamadık… Bir genç bayan aradı. Sözleştik bir yakınında kalıyordu. Buluştuk.
Ufak tefek, esmer bir kız çocuğu gibi bir kadıncık. Mim yon bir tipi vardı. Ağzından kaçırdığına göre otuz yaşını aşmıştı. Yaşını duyunca çok daha şaşırmıştım. Yeni evlendiğini bir kreş gibi yerde öğretmenlik yaptığını söyledi. Yakınını evinde sığıntı gibi mahcup bir havası vardı. Belki de o sığıntı havası onu daha da küçültmüştü. Adının Emine olduğunu söyledi. Eşinin nerede olduğunu sorduğumda, çok yoğun olduğunu bu nedenle ev kiralama işini kendisinin çözmeye çalıştığını söyledi. Kira da ve depozitte anlaşarak, el sıkıştık. Hayırlar diledim ve yeni evli oldukları için mutluluk dileyerek anahtarları verdim.
Yerleştiğinde bir gün ziyaret ettim, eşi ile de tanıştım. Birbirine yakışan bir tip değillerdi. Eşi uzun boylu, ikisi yan yana durunca nokta ile virgül oluyorlardı. Ama bir şekilde bir araya gelmiş ve evlenmişlerdi. Beni de ilgilendirmezdi. Bu tip evlileri zorunluluklar bir araya getirir onun dışında bir arada el ele kol kola görmek mümkün değildir. Kahvelerini içtim sohbet ettik. Emine Karadeniz’in Samsuna bağlı Ladik ilçesindendi. Oldum olası Karadeniz insanını severim. Çoğu Nazım Hikmet’in bir şiirinde tasvir ettiği gibi “Uzun eğri burunlu -konuşmayı şehvetle seven insanlardı ki Sırtı lacivert hamsilerin ve mısır ekmeğinin zaferi için hiç kimseden hiçbir şey beklemeksizin bir şarkı söyler gibi ölebilirdiler".. “ eşi de Kayserili bir opera sanatçısı. Anlaşıldı, Emine ve eşi bir sanatsal etkinlikte tanışıp, sanatı kaynaştırdığı iki insandı. Opera sanatçısı Uğur ayni zamanda güzel bağlama çalıyordu. Bir gün sazlı sözlü bir sohbet için buluşacaktık. Karadeniz’in güzelliklerinde söz ettik, hep beraber Karadeniz yaylaya gidecektik…
Ne sazlı sözlü sohbette bulunabildik. Ne de birlikte Karadeniz’e gidebildik. İş güç, büyük şehrin angaryaları bitmiyor. Düzenli bir şekilde kiralarını ödüyorlar. Bazen gecikirse, ellerinde olmayan nedenlerden dolayı gecikeceğini söylüyorlardı. Üstelik yeni evlendiklerinden fazla eşyaları yoktu. Bu arada yavaş yavaş eşya düzüyorlardı…
İlk yerleştiklerinde Uğur aradı. “Elektrik sayacı kırıkmış, değiştirebilir miymişim?” “Kardeşim elektrik idaresi bir mahsur görmüyor, değişmesi gerekse değiştirir” dedim. Yok, öğrenciliğinde bir şeyler yaşamış da ondan dolayı çok rahatsız oluyormuş falan. Neyse tuttum Ulus, Sanayi caddesinde bir elektrikçiden sayaç aldım. Anasının dini dedikleri uzak bir yerdeki idareye sayacı bıraktım. Ertesi gün gelip taktılar. Bir de mutfakta küçük bir çekmecenin kırığına taktılar. Neyse onu da hallettik… Bakalım başımıza daha ne işler çıkartacaklar…
Altı ay gibi bir süre geçti Emine beni aradı. Ağabey “kombi bozuldu” benim ve Uğur’un işleri yoğun ilgilenebilir misin” dedi. Yumuşak yüzümü, sertleştiremiyoruz. Olur dedik, işimi gücümü bırakıp koptum. Kombiye bir kira bedeli kadar para sıkışmış. Aradan bir süre sonra yine bir telefon: “ağabey ben Samsun’dayım. Evde misafir var, telefonla aradı; mutfakta su patlamış, evi su basmış. Neyse onunla da ilgilendik. Anlayacağınız kiracı hırsız olmasa bile, hırsızdır. İnsanın zamanını çalan bir hırsız… Diğer kiracılar alınması sözüm Emine gibilere… İyi kiracıları tenzih ediyorum.
Bir ziyaret daha yaptım. Bir kahvelerini içtim. “Bir kahvenin kırk yıl hatırı var” demişler. Kahve ayni zamanda kaynaşmanın sohbetin bir aracıdır. Yine oturduk sohbet ettik. Evi çok sevdiğini satarsak alacaklarını söylediler. Satılık olmadığını söyledim. Bu arada her iki eşinde bir rahatsızlığı olduğunu ve her ikisinin de ilaç kullandığını gözlemledim... Bu arada Emine bir iki iş değişikliği yaptı. Çalışmayı sevmeyen bir tipe benziyordu. Ev hala bekâr evi gibi dağınık ve düzensizdi.
Kış aylarında kombiyi kullanmayıp, elektrikli ısıtıcı ile ısındıklarını gördüm. Yeni evli bir çiftin ekonomik tasarrufuna kim ne diyebilir. Kombi, hem gaz yakıyor, hem de elektrik; dolayısıyla oldukça masraflı bir ısınma cihazı. Ama bina elektrikle ısınmaya için tasarım edilmemiş bir elektrik tesisatı var. Bu nedenle sık sık elektrik arızası çıkması muhtemel.
Bir ara banyo kapısının kapanmadığı söylediler. Bende banyo kapısının ev içinde kapanmasının anlamsız olduğu ve kendi evimde de banyo kapısını kilitlemediğimi söyledim. Birçok evde de böyle olduğunu düşünüyorum. Ayrıca banyo kapısı kilitlemekte kötü bir olay yaşamıştık. Kız kardeşim evde banyo yaparken, kapıyı kilitlemiş; uzun süre kaldığı için annem merak etmiş. Kapıyı uzun uzun çaldığı halde, içerden bir yanıt gelmemiş. Bunun üzerine erkek kardeşim omuz vurarak kapıyı kırdığında, kardeşimin yerde baygın yattığını görmüş. Bir battaniye sardığı gibi hastaneye götürmüş. Banyo da bulunan şofbenin bacasına kuşlar yuva yaptığından tıkanmış ve bu nedenle karbondioksit banyoya dolmuş. Yani bir zehirlenme vakası. Sanırım bu anıyı da anlatmıştım. Gerçi kiracının oturduğu evde kombi vardı ve mutfakta idi. Banyo kapısını söküp, kömürlüğe koymak için izin istediler. Bende verdim. Bu arada eşyaları çoğaldıkça, güya sığamayıp salon kapısını da çıkarıp; kömürlüğe koymuşlar… Emine ile Uğur arasında garip bir iş bölümü vardı. Emine kendisine zor gelen işi Uğur’a yıkıyor. Uğur da kendisine zor gelen işi Emine’ye yıkıyordu. Örneğin: İkinci yıl kira artıyı yapılması gerekiyordu. Uğur devreye girdi. “Ağabey ben maaşı alamadım, birkaç gün sonra verecekler” diyerek. Güya kurnazlık yapıyor, bak kira bu kadarken bile zor ödüyoruz. Bende sesimi çıkarmadım. O yıl artışsız ve hiç sesini çıkarmadın oturdu. Güya muhatabım Emine idi…
İkinci yıl dolup, üçüncü yıla devrildiğinde Emine’nin hamile olduğunu öğrendik. Bir telefon geldi. Ağabey mutfağın mermer evyesi düştü. Hamile bir kadın ve düşen mermer bir evye, beni korkuttu. Bu mermer evye hamile bir kadına zarar verecek kadar ağırlıkta idi. Gidip bir usta tutarak mermer yapıştırıcısı ile yapıştırdık. Daha önce de düştüğünü fakat yapıştırdığını söyledi. Ama sorun tezgâh altına yerleştirilmiş bir su arıtıcısı için tezgâhın delinmesinden kaynaklandığını anladım. Evde nerede olduğumu soran çocuklara, “Emine’nin evyesi düşmüş” dediğimde; evdekiler televizyon gürültü nedeniyle “Emine’nin bebeği düşmüş” anlayarak hepsi üzülmüştü… Bu görüntüden sonra korktuğumuzun başımıza gelmemesi için hemen kolları sıvadım.
Siteleri bütün gün dolaştım. Mutfak tezgâhını yapan usta dükkânı kapatmıştı. Diğer mermer tezgâh yapanlara sordum, korkunç rakamlar istiyorlardı. Sonra bir usta, artık mermer tezgâhların demode olduğunu ve yerine çelik evyelerin aldığını; mermer evye yerine çelik evye takılmasının daha akıllıca olduğunu söyledi. Bir yapı marketten çelik evye aldım. Emine’ye bıraktım. Karşıdaki hırdavatçıdan yardım isteyip, yapıştırmasını tembihledim. Adam yapıştırmış, ama biri mermer diğeri çelik ve işçilikte zayıf olunca tutmamış. Emine elinin altında internet araştırmış bir yapı markette ucuz mutfak dolapları varmış. En iyisi bu mutfak dolaplarının değiştirmekmiş. Oysa mermer tezgâh Afyon mermerinden, çok kaliteli bir mermerdi ve insan atmaya kıyamazdı.
Sırf Emine bu hamile haliyle üzülmesin diye razı oldum. Birlikte internette örneğini gördüğü yapı markete gittik. Neyse birisini beğendik, verilen bir tarihte ustası gelip kuracak. Yani bir evye 40 – 50 lira iken, 500 – 600’e patladı. Sırf Emine bu durumda sıkıntıya girmesin, bebeğine bir şey olması diye. Üstelik eski tezgâhın bir usta tarafından sökülmesi gerekiyor. Birde usta parası vermeyelim diye o için ben üstlendim. Ne de olsa her meslekte bir parça bezim vardı. Evden takımları aldım gittim. Güzelim mutfak tezgâhını ve dolabını söküp, apartmanın önüne indirdik. Özellikle tezgâhın altını akıttığı suyla çürütmüştü. Bu arada bozuk dediği aspiratörü de söktük. Söktükten sonra aspiratörü, kendi yanında test ettim çalışıyordu. Onu da aşağıya atıl duruma getirdiğimiz dolabın yanına koydum. Atmaya kıyamadığımız bu malzemelerin birinin işine yarasın diye güzelce söktüm. Üzerine de “işine yarayan alabilir” diye bir not bıraktım. Anında geçen bir kamyonet attığı gibi götürdü. Mermer tezgâh çok ağır olduğundan onu alamadılar.
Ben Emine’yi insan zannettim o beni elektrikçi zannetti. Bu arada mutfağın elektrik duyu ve anahtarında bir sorun vardı. Çözmeye çalıştım. Gittim karşıdaki hırdavatçıdan duy alıp taktım. Ama Emine de bir haller var. Sürekli çabukça işi halledip çıkmamı gözlüyor gibiydi. Bense işi bitirmek için elimden geleni yapıyordum. Emine’nin halini hamileliğine yoruyordum. Bildiğim kadarı ile bayanlar hamileliklerinde bu tip rahatsızlıkları olurdu. Hatta evin garip koktuğunu bu nedenle banyo ve loğa banın deliklerini bantlamıştı. Bu arada sökülen dolabın tavan üstü kirli bir şekilde sırtarmaya başlamıştı. Sabah evden çıkarken kızıma istediği karar haçlık veremeyen ben, kalan para ile karşıdaki hırdavatçıdan tavan boyası ve kartonpiyer boyası alıp geldim. Bu kez tutturdu ben astımım boya kokusuna gelemem. Neyse eşin yapar veya yaptırır diyerek bıraktım.
İş uzadıkça Emine de bir halle oluyor. Bu arada bende onun hareketlerinden oldukça sıkılıyorum. Kadının aklından neler geçiyorsa, bana bakışlarında adeta korkunç bir yaratığa bakışı belirmeye başladı. Oysa ben işimden başka bir şey yapmıyorum. Hatta çok istediğim halde salonda bulunan kütüphanesindeki kitaplara bile bakmadım. Oysa insanların ne okuduklarını merak eden bir yapım var. Adeta evden bir şey çalacağımı düşünen ve çağrıştırın hareketler yapmaya başladı. O kadar rahatsız oldum ki, anlatamam… Ben biraz hava alayım diyerek çıktım, civardaki parkta dolaştım… Bu arada kafasından nasıl düşünceler geçiriyorsa Mamak’ta oturan görümcesini çağırmıştı. Kadın geldi, birlikte mutfağı temizleyeceğiz. Mutfak o kadar pislenmişti ki ben ve görümcesi sildikçe kadın daha rahatsız oluyordu. Emine’nin temiz bir kişi olmadığı apartman dışından bile gözlemlenmiş. Karşı komşu balkon brandasını çok kirlendiğini “ya temizle ya da çıkar” dediğinde, tembelliğinden çıkarmayı uygun görmüş.
Ertesi gün yine gittim. Mümkün olduğu kadar araya mesafe koydum. Bu arada seçtiğiz mutfak için aldığımız evye ters gelmişti. Onun değiştirilmesi gerekti. Gittim değiştirdim. Fakat evye yine yanlış oldu. Akşam olmuştu. Eşi geldiğinden eşi ile birlikte gittik. Onları yapı marketine, evyeyi değiştirmeye bırakarak ben evime gittim. Karı koca eviyeyi değişmişler üste de 5 lira fark ödemişler. Ama evye yine yanlış çıktı. Ağabey bunu bu kez sen değiştireceksin. Hareketler yine ayni sanki onu evde boğazlayacakmış gibi bakıyor. Ya da evi soyacakmış gibi hareketler yapıyor. Ben eve yabancı kimseyi alma diyor. Beni, şimdi de yabancı görüyor. Kafasından geçen her şey onu daha da kokuturdu. Evye ye alıp çıktım. Durağa kadar gittim. Kendi kendime ‘ya eşinin arabası var ve ben elimde bu evyeyle nereye gidiyorum’ dedim. Geri döndüm. Birde baktım ki, bu kez de bir bayan arkadaşını çağırmış. Kadın o kadar korkuyor ki, bakışlarında bire kırk yıllık kanlı bıçaklıyız. Yok, eşimin işin var bunu değiştiremez sen değiştireceksin falan filan. ‘Lanet olsun’ diyerek, evyeyi alıp çıktım.
Uyumlu evyeyi bulmak için Akköprü, Çayyolu ve Ayaş kavşağındaki yapı marketleri dolaştım. Elimde bir mutfak evyesi yapı market, yapı market dolaşıyorum. Sanki mecburum. Bu arada düşünüyorum. Nasıl bir kadındır bu. Benim ona nasıl bir hareketim oldu ki, bu düşmanca tavırlara girdi. Çalıştığım yerde ve yaşamımda birçok hamile kadınla karşılaştım. Her şeyden önce eşimde hamileliği çok daha iyi tanıdım. Ama böylesi bir şeyle karşılaşmadım. Acaba sürekli kocası turnelerde olduğu için benim evinde uzun süreli olmamdan mı rahatsız oldu. Ya da yediği bir halt mı var. Acaba evin hemen yanı başında bulunan caminin korkunç ezan sesini eleştirdiğimden bir bozuldu. Evin hemen karşısında bir mescitten korkunç bir ezan sesi insanı rahatsız ediyor. Oysa biraz ilerde her donanımıyla mevcut bir cami varken bir mescit açmışlardı. ‘Ya kardeşim bu kadar da olmaz ki, yarın bu evde bebek uyuyacak’ demiştim. Buna mı bozulmuştu. Ama o kadar dindar biri değildi. O kadar bozulmuştum ki, bütün hareketlerimi bir filmi geriye sararak gözden geçiriyor bir kusurumu bulamıyordum… Bir ara “yakın zamanda çocuk doğunca bu evde ısınamayacağız acaba pencereleri pinepen yapabilir miyiz?” diye soruyor. Olumsuz yanıt verince derin derin düşünüyordu. Acaba davranışlarının nedeni bu isteğine hayır demem idi. Bir türlü bir anlam çıkaramıyordum.
Kadını ve kadınları anlamak oldukça zordu. Freud bile bütün ihtisası cinsellik ve kadın üzerine olduğu halde kadınları anlayamadığını itiraf etmişti. Konu tam da Dostoyevski’nin işleyeceği bir konu olduğunu anlamıştım. Bu konuda daha önce eserlerini ve makalelerini okuduğum bilim adamlarından yararlanmaya çalıştım. Alfred Adler, Jung ve Freud’la işin içinden çıkamadım. Bu olay Dostoyevski’den çok psikolojinin temeli sayılan bu üç bilim adamının konusu idi. Belki de çocukluğuna gitmek gerekir. Bilimin ortak görüşü insan psikolojisinde birçok şeyin sebebi çocuklukta yattığıdır. Gerçi hiçbir konu da mutlaklık yoktur. Böylesi bir kadın insanın elini kana bulayacağını düşündüm. Son yıllarda kadın cinayetlerinin arkasında bu tip şeyler yatıyor olmalı idi. Gerçi ayni şeyler erkekler için de söz konusu o kadar, zalim erkekler var ki; kadını intiharlara sürükler. Doğrusu Emine’nin eşine acıdım. Gözlemlediğim bir şey daha vardı. Emine ufak tefek olmasının yanında yaşça Uğur’dan büyüktü. Adamı parmağında oynattığını ve adamında bundan oldukça rahatsız olduğu için kaçtığını düşündüm. Çünkü sürekli işim var diyerek evdeki angaryaları Emine’ye yıktığı bir kurnaz yanı vardı… Aslanda bütün meselenin kaynağı bu çiftin evliliklerinde gizli olduğunu sanıyorum.
Nihayet uygun evyeyi bulmuştum. Kendimi çok kötü hissediyordum. Hasta olacağımı anlamıştım. Evyeyi bıraktım. Bu arada “dur sana kirayı vereyim” dedi. “Beş lira da geçen evyeyi biz değiştirirken fark vermiştim onu kestim” demez mi? Doğrusu rahatsızlığım bir kez daha arttı. Ben çocuğumun haçlığından kestiğin para ile onun mutfak kirini arındırmak için boya, tiner, fırça alayım. O beş liracığı kessin. Buna pislik yapmak denir. Kendi kendime kızdım. Nasıl bir insanla karşılaşmıştım. Oysa ben insanları tanırdım. Çok az yanıldığım olur. Kimi sevsem arkasında iyilik, kimi sevmesen arkasında kötülük çıkardı. Sezgilerim oldukça güçlü idi. Ama bu kadın beni yanıltmıştı. Adeta çift kişilikli bir psikopattı. Ama şu tespitimden oldukça emin oldum. İnsanları tanımak için mutlaka yakın ilişkide bulunacaksın. Hatta cansız varlıklarla bile yakın ilişki içinde tanımak gerekiyor. Bir makineyi tanımadan ondan korkarsın, onu tanıyıp, her şeyini öğrendikten sonra o senin için sevdiğim bir aygıta dönüşür.
Onun bütün rahatsız eden hareketlerine karşın ben ona hamileliğin son aylarına gelmişsin. Senin yalnız olman iyi değil, Ya annene git, ya da annen sana gelsin. Yok, ağabey Samsun’a annenin yanına gideceğim. Aman yol uzun dikkatli ol gibisinden telkinlerde bulundum… Yapı marketten gelen usta mutfağı yerleştirmiş, o da Samsun’a annesine gitmişti. Sonra doğum yaptığı haberini almıştık. Bir oğlu olmuştu. Aradan bir ay geçmeden Uğur aradı. “Ağabey bir oğlum oldu. Biz bu evde ısınamayacağız çocuk üşüyecek biz çıkacağız” dedi. “Ne deyim, baba olduğu için tebrik ettim ve nasıl istersen” dedim. Uğur yine iş bölümünü iyi becermişti. Üstelik zamlı bir yıla gireceklerini bildiklerinde özellikle planlı bir şekilde yapmışlardı.
Yani benim rahatsız olmam, zamanımın çalınması, masrafa girmemin hiçbir önemi yoktu. Oysa bu kadar eziyetten sonra bir süre daha oturmalarını bekliyordum. Taşınırken anahtarı bana vermesi gerekirken yandaki komşuya bırakmıştı. Birkaç gün sonra Uğur’u aradım. “Uğur kardeşim ben evi size böyle mi verdim, bari kapıları çıkardığın gibi tak.” Amacım bir an önce evi kiraya vermek. Kapıları sökülmüş bir evi kiraya vermek zor olacaktı. Tamam dedi. Tamam dedi ama ne ses ne seda var. Birkaç gün sonra bir daha aradım. Bir hafta sonra aradığımda Emine çıktı. Ağabey diyerek hitap ettiği beni bu sefer resmi bir şekilde hitap ederek, “bir daha eşimi bu telefondan arayıp rahatsız edersen seni şikâyet edeceğim. Senin muhatabın benim. Bir kere bile kiranın geciktirmedim. Ben senin o yıkık dökük evini toplamaktan bıktım. Hamile halimle banyoda titreyerek banyo yaptım. Sen var ya sen yatak odasından oturma odasına kablo çekmiş adamsın. Evet, yatak odasından oturma odasına kablo çekmiş adamsın, oraya gelirsem o camları yere indiririm.” Dedi ve kapattı. Anaaa kadın tam bir çirkef. Doğrusu Uğur yine köylü kurnazlığını yapmıştı…
Neye uğradığımı şaşırdım. Bana bir çift söz söyleme fırsatı vermeden gevezeler gibi bir bir sıraladı lafları. Beni en çok şaşırtan “Sen var ya sen yatak odasından oturma odasına kablo çekmiş adamsın.” Sözü oldu. Üstelik bu cümleyi iki kere tekrarlamıştı. Böylesi müstehcen bir cümle ile neyi anlatmak istemişti. Kızardım bozardım. Sanki üzerine kaynar su dökülmüştü. Acaba bu kadın neyi ima ediyor. Onu taciz mi etmiştim. Oysa biraz daha erken evlensem, benim kızım yaşında olurdu. Belki de babası yaşındayım. Acaba çok rahatsız edersen seni böyle bir iftira ile baş başa mı bırakırdım mesajı idi. Ne kadar çirkin bir mesajdı bu böyle. Hele benim için hiçte içine sindirilir bir şey değildi. Benim bir kimseye yapacağım kötü bir davranış kendime karşı yapmış olacağım bir davranış olur ve bu da bana acı verir. Üstelik eşim çocuklarım ve çevrem bana bunu yakıştıramazlar… Bu nasıl bir yaratık ki, babası yaşındaki bir adama böylesi hakaret dolu konuşmada bulunuyor.
Günlerce iç çatışmalar içinde yaşadım. Birkaç kişiye anlattığım olayı o psikolojisi bozuk biri takma kafaya diyenler oldu. Bazıları ise onun cinli birisi olduğunu, cinlerinin var olduğunu söyledi. Falcılık yaptığı, fala baktığı zaman da çok rahatsız olduğu vs. gibi söylemler vardı. Edindiğim bütün veriler ile olayı tahlil edip, kendimi rahatlatmaya çalışıyordum. Bu arada geçmişe gidip, geçmişten bir ipucu bulmaya çalışıyordum. Sonra aklıma bir ipucu geldi. Önceki kiracı tadilat yaparken, elektrik sigortalarını klasikten, otomatik sigortaya dönüştüren usta bu “evde kaçak var” demişti. “Ne kaçağı” dediğimde, boş ver; dedikten sonra daha önce evde kimin oturduğun ve söylediğimde ise hafiften tebessüm ettiği bir film şeridi gibi aklıma geldi. Acaba Hacı Müteahhit bir şeyler mi? Yaptı… Sonra düşüncelerim bu kadının eşinin yapabileceği aklıma geliyor. Çünkü gelir gelmez sayaçta bir kırık yüzünden sayacı değiştirmiş ve sebebini sorduğumda ise geçmişte bu konuda sicilli olduğunu ima etmişti.
İşin bir diğer düşündürücü yanı ise sanki sakladığı bir sırrı ifşa ediyor gibi söylemesi, bir şantaj malzemesi olarak saklamış olması…
Daha sonra bütün olanlara lanet okuyarak ve Emine’ye başın beladan kurtulmasın bedduası ile olayı kapattım. Ülkemizin çok ağır badireler geçirdiği bu dönemde, kiracı sorunuyla bu kadar kafa yorduğuma değmeyeceğini anladım… Ama bu tür olaylar insanı oldukça yıpratmakta ve enerjisini tüketmektedir. ‘Önemli olan bu tür olumsuz olaylardan bir şeyler çıkarmak ve insanları tanımaktır.’ Şeklinde düşünerek rahatlamaya çalışmaktan başka yapılacak bir şey yok… Bu olayın bana en büyük katkısı eşimi biraz daha sevdim. Böylesi kadınlarla karşılaştığımda tek tesellim eşim oluyor ve onu daha çok seviyor ve bağlanıyorum. Aslında Emine’yi bu kadar hiddetlendiren şeyin ne olduğun tahmin ediyorum. Bir ara Uğur’a bu kadınla işinin çok zor olduğunu söylemiştim. O da bu söylemimi ona aktarmış olmalı. Evet, Uğur’un işi çok zordu. Bu evliliğin çok süreceğini de tahmin etmiyorum. Bizim ülkemizde evli çiftler, genelde yıkılmış bir evliliği çocukla ayakta tutmaya çalışırlar. Ama nafile çatırdayan bir evliliği ayakta tutmaya çalışanlar bir süre sonra dengesini kaybedip, Emine’den daha da beter olmaktadırlar.
Oysa bütün suç benimdi. İyi niyetimin kurbanı olmuştum. Ev sahibiyim diye her sorumluluğu üzerime almam bir hata idi. Evye bozulduysa, kırıldı döküldüyse yaptır kardeşim; demek çok zor olmasa gerek. Ama insanız ve bir vicdan taşıyoruz. Yaptığımız iyilik Emine’ye değil, karnındaki çocuğa yapılmış bir iyiliktir. Tıpkı bizden çok daha genç olan ve hamile olduğu için otobüste yer verdiğimiz davranış gibi. Bu bizin insani davranışımızdı. Ama bunu sömürüp, bana hakarete kadar işi götüren bu alçak kadına ne demeli. Evet, alçak diyorum. Sırf kısa boylu olduğundan değil, o karakter olarak bir alçaktır. Kırk elli liralık bir evye borç içindeki bir insana 600 – 700 bine mal olmasının yanı sıra birkaç günüm de heba olmuştur. Ayrıca müthiş bir moral bozukluğu ile hasta olduğumda cabacıdır. Lanet olsun demekten başka yapılacak bir şeyde yok…
Çoğu zaman aklıma geldiğinde Emine’ye beddua ederim. "Emine başın beladan kurtulmasın" diye. Ama sonra düşünürüm. Sen zaten Emine olmakla beddualı-sın. Daha kimlerin başını yakacaksın...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.