- 354 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Birşeyleri de arkanda bırakmalısın
“Evet, dünyaya muhabbet ve alâka yüzünden, güya-adeta, ehl-i gafletin dünya gibi büyük, hasta, mânevî bir vücudu vardır. İman ise, o dünya gibi zeval ve firak darbelerine, yara ve bere içinde olan o mânevî vücuduna birden şifa verip, yaralardan kurtarıp hakikî şifa verdiğini pekçok risalelerde kat’î ispat etmişiz.” Hastalar Risalesi’nden.
Öfkenin hafızayla bir bağlantısı var galiba arkadaşım. Ne kadar öfkeli insan tanıyorsam aynı zamanda hafızaları da kuvvetli. Buna ‘hatırlamak’tan ziyade ‘ile yaşamak’ demeliyim belki. Evet. Birisi ne kadar geçmişiyle yaşıyorsa o kadar gergin oluyor. O kadar gerilim biriktiriyor. Mazisini arkada bırakamayanların geleceğe mirası kolay geçmeyen bir agresiflik.
Biraz da kafalarında ‘hep yaşayan kavgalar’ olduğundan sanırım. Geride bırakmadıkları için. Gelecek kalplerindeki kavga sayısını arttırmaktan başka işe yaramıyor. Bu şekilde nasıl mutlu olunabilir arkadaşım? Neşe kalıcı birşey değil çünkü. Kin gibi değil. Zeval-i lezzetin de elemi var. Sen o elemin üstüne bir de zeval-i elemin lezzetinden de vazgeçiyorsun. İki kere kötü oluyor. Yani son bulmuş elemlerden bile neşe almak yerine öfke devşiriyorsun. Şimdi sen nasıl mutlu olursun? Senin mutsuzluğun kendini mahkûm ettiğin, yani ki duvarları senden, bir hapistir.
Belki de bu yüzden tarih konuşan insanlar daha gergin. Onlarla konuşmak başkalarıyla konuşmaktan daha zor. Unutkanlar daha bir akışına bırakmış. Daha bir rahat. Benim seçici algımdan da olabilir bu ama diyeceğim: Açık oturumlarda en çok tarihçiler tartışıyorlarmış gibi geliyor. Yahut en azından tarih bilgisi iyi insanların daha çok kavga edesi var. Kafalarında kapatılmamış çok sayıda dosya olduğundan mı? Belki de.
En nihayet demem o ki: Unutmak da bir nimet. Unutmak nedir? Unutmak geride bırakmaktır. Aşmaktır. Uzlaşmaktır. Barışmaktır. Geride bırakmak da bir nimet. Hangi nimetin hakkını vermezsek Hak Teala onu elimizden alır-alıyor. Kimilerimiz de unutmanın hakkını veremiyor demek ki. Şükürsüzlüğün cezası da yaralar biriktirmek oluyor. Mürşidim bu sadedde der ki: “Hafıza bir nimettir. Fakat, ahlâksız bir adamda, musibet zamanında nisyan ona râcihtir. Nisyan da bir nimettir. Yalnız her günün âlâmını çektirir. Müterâkim olmuş âlâmı unutturur.”
Şöyle bir kötü yanı daha vardır üstelik böylesi yaraların: Maziyi değiştiremezsiniz. O çoktan ulaşılmaza yerleşmiştir. Geleceğe dönük öfkelerinse, aksine, iradeye hareket imkanı sağlayan bir açıklığı vardır. Yani parantezi kapanmamıştır. Değişim için motor olabilir. Fayda sağlayabilir. Ama geçmişle yumruklaşanın iyileşesi yoktur. Geçmiş değişmez.
Hülasa: Arkadaşım, yenileceğin cephelerde savaşıyor, kıramayacağın duvarları yumrukluyorsun. Dibe daha çok dalarak yüzeye varamazsın. Okyanus arkada bırakılmadan karaya çıkılmaz. Sabrını geçmişin dehlizlerine saçıp dağıtıyorsun. Vah sana. Yazık sana. Böyle böyle kendini mutsuzluğa mahkûm edersin. Daha kimsenin kötülüğüne ihtiyacın kalmaz. Keşke biraz akıllansan da Bediüzzaman’ın dediği gibi yükünü bıraksan:
“Diğeri, hem ahmak, hem mağrur olduğundan, yükünü yere bırakmıyor. Ona denildi: ‘Ağır yükünü gemiye bırakıp rahat et.’ O dedi: ‘Yok, ben bırakmayacağım. Belki zayi olur. Ben kuvvetliyim; malımı belimde ve başımda muhafaza edeceğim.’ Yine ona denildi: ‘Bizi ve sizi kaldıran şu emniyetli sefine-i sultaniye daha kuvvetlidir, daha ziyade iyi muhafaza eder. Belki başın döner, yükünle beraber denize düşersin. Hem gittikçe kuvvetten düşersin. Şu bükülmüş belin, şu akılsız başın, gittikçe ağırlaşan şu yüklere takat getiremeyecek…”
Birşeyleri de arkanda bırakmalısın. Hepsini birden taşıyamazsın. Acizliğini kabul et. Aslınla yüzleş. Bırak zayıflığın seni omuzlasın. En önce kendine şefkat et. Belki de burada saadet. Serçenin rahatı kartallarla yarışmamaktadır. Her nesnenin rahatı öncelikle haddini bilmektedir.
Evet. Kabın küçük. Ellerin küçük. Dimağın küçük. Tutuyorsun. Sonsuzluk avucuna sığmıyor. Sarılıyorsun. Kolların almıyor. Seviyorsun. Göğsünde durmuyor. Fakat varlık nehri de coşkuyla akmaya devam ediyor. Her yeni gün yeni tecellilerle dolman için tastakinden vazgeçmen gerek. Derdinle barışman gerek. Pişmanlığınla anlaşman gerek. Akışa teslim olman gerek. Hepsi üzerinde hikmetini eda edip gitti. ‘Önce’yi bırakmazsan ‘sonra’yla tanışamazsın. Çorbasını bitirmeyene tatlı yedirmezler bu sofrada.