- 965 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
OSMANLI DEVLETİNİ YANLIŞ ANLAYAN BİR YAZARA CEVAP
Bu yazıyı kaleme almama sebep; yazı yazdığım bir sitede kendi yazıları da yayınlanan ( adını burada zikretmede fayda görmediğim) bir yazarın güzel Atatürkümüzü anlatmaya çalıştığım bir yazıma yazdığı yorumda, nereden ve nasıl bağ kurduğunu da anlamadığım ilgisiz bir ilgiyle ilişkilendirerek, kafa karıştırıcı, bu zamana kadar söylenene söylene cüruf haline gelmiş, bayatlamış ve modası çoktan geçtiği için tarihin çöp sepetine atılmış ifadelerle, klasik ve klişeleşmiş sözlerle Osmanlıya saldırması olmuştur.
Elbette Osmanlı da layüsel, eleştirilemez, hakkında söz söylenemez değildir. Bilenlerin, konuya ilgi duyanların her fikrî, ilmî,siyasî ve sosyal konularda yazı yazmaya, fikir ve kanaatlerini ilgi duyanlara sunmaya hakkı vardır.
Ancak her düşünen, konuşan,yazan insanın da bildiği gibi düşünceler ve kanaatler önyargılı olmamalı,bir kaynağa, belgeye dayanmalı, anlatmak ve gerçeği dile getirmekten daha çok saldırmak, tahrik etmek, tezyif etmek esasına dayanmamalı, bağcıyı dövmek niyetiyle yola çıkılmamalıdır.
Adını burada zikretmekte fayda görmediğim yazarın, kaynaksız, dipnotsuz, kulaktan dolma olduğu intibaı uyandıran düşünce ve görüşlerinin kritiğine geçmeden önce saldırısına konu olan Osmanlı hakkında kabaca şunları söylemek, tartışma öncesini aydınlatması ve tartışmanın zeminini oluşturması açısından faydalı olacaktır diye düşünüyorum.
Her şeyden önce sosyolog–yazar arkadaşım Osman Arslan Bey tarafından da isabetlice dillendirildiği gibi “ Osmanlı bazılarının takdim ettiği gibi bir kılıç, kaba kuvvet, uygarlığı değildi. Ahilik ve akile sistemi sivil, medeni organizasyonda bugüne örnek teşkil edecek bir gelişmiş katılımcılık örneğidir. Osmanlı milletler sistemi, bugün, farklı kültürleri bir arada yaşatma iddiasında rakip tanımayan liberalizmin yanında tarihin tek model olabilme mevkiindedir…”
Osmanlı her konuda sözü olan, eserler üreten, iş ve icraatlar gerçekleştiren, her alanda zamanının çok ilerisinde olan, şiire, sanata, estetiğe, mimariye, savaş hukukuna, yargıya, ilme, ekonomiye, devlet yönetimine, hoşgörüye, insani ilişkilere, hayır ve hasenata, eğitime, kültüre, fiziğe, kimyaya, matematiğe, geometriye, astronomiye, tıp ilmine vs bir çok katkıları bulunan bir devlettir.
“ Bakıyorsunuz Molier’de Osmanlı etkisi anlatılıyor, dinliyorsunuz. Mozart’ın Türk Marşı okunuyor, şaşırıyorsunuz. Batılılar bulmuş bir Matrakçı Nasuh adlı bir Osmanlı sanatçısını kendi dehaları Leonardo da Vinci ile mukayese ediyor. Ve Goodwin’in göğsümüzü kabartan kitabının adıyla yeniden tanıyorsunuz ecdadınızı: Ufukların Efendisi Osmanlılar” diyor ve ekliyorsunuz:
“ Dünya elbette Osmanlıyı mihnetle anacaktır. Çünkü bugünkü medeniyetinin temelinde, devlet nizamlarının temel düşüncesini oluşturan J. Bodin’in Osmanlıdan etkilenerek yazdığı kitap bulunmaktadır. Yargının bağımsızlığını padişahına bile hüküm veren bir mahkeme nizamı modern devletlerin “kuvvetler ayrılığı” anlayışıyla birlikte öğretti ve yerleştirdi dünyaya. Bodin’in takipçisi Montesquieu’nun kuvvetler ayrılığının ilham kaynağı başka yer değil; Osmanlı.” Amerikan yargı sistemindeki jürinin Osmanlının atası olan Selçuklu mahkemelerinde bulunuyor olduğu da ayrı bir gerçek.
Bir gerçek de şu: “Osmanlıya Cumhuriyet adına saldırmak tam bir gaflet ve cehalettir. Çünkü Cumhuriyet Osmanlının yaşadığı siyasal sürecin ulaştığı noktanın adıdır. Meşrutiyetler bir cumhuriyet hazırlığı değimliydi? Askeri, mülki yahut fenni okullar hep Osmanlı aksiyonunun devamı değil miydi? Yasaların daha çoğu Osmanlıdan devralınmadı mı? Dahası Cumhuriyet’te tanınan ve devam ettirilen Cumhuriyeti kuranların askeri rütbeleri Osmanlı rütbeleri değil miydi?”
Bu bahsi “ Tarih kesintisi olmayan bir akıştır. Güzelse de, çirkinse de kesinlikle bize kadar gelir. Her ne görüyorsanız geriye doğru dönüp baktığınızda, inkar edemezsiniz,eğrisiyle, doğrusuyla O biziz!” (Çınar Dergisi, Osmanlı Devleti Özel Sayısı,Yıl:6, sayı: 66, s.10, Mayıs 2000) diyerek noktalıyor ve yazımızın başında söz ettiğimiz, Osmanlı hakkındaki yalan–yanlış düşüncelerini dile getirdiğini söylediğimiz yazarın ifadelerinin kritiğine geçiyoruz.
Osmanlı hakkında kulaktan dolma, klişeleşmiş, aslı astarı olmayan bilgilere ve genellikle de Osmanlı düşmanı Batılıların yazdıklarına dayanarak sitede yayınlanan yazıma yorum yazan sayın yazar şimdi lütfen art niyetsiz, gerçeği aleyhinizde bile olsa kabullenecek olgunlukta ve samimi bir şekilde okuyunuz aşağıdaki satırları:
1) “Şu anda dahi o zaman yapılan ve yapılmak istenenleri kavrayamayıp topyekün bir akıl tutulmasıyla ülkemizi 100 yıl öncesine götürmeye özenenlere ithaf olunur” diyorsunuz. Kim bu Türkiye’yi yüz yıl öncesine götürmeye çalışanlar? Yüz yıl öncesine gitmiş olsak toplu bir kötülük mü etmiş oluruz? Yüz yıl öncesinin her şeyi mi kötü, bugünün her şeyi de güzel mi? Doğrusu eskinin de yeninin de doğru taraflarını uygulamak, yanlış taraflarını reddetmek değil midir? Nereden veya kimlerden öğrendiniz eskiyi toptan yok saymayı, yeniyi her şeyiyle kabullenmeyi? Kaldı ki hiç kimse ( ben de dahil ) 100 yıl önceye gitmek istemez.
Ayrıca Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün de bir Osmanlı subayı olduğunu ve Osmanlı eğitim ve kültürüyle yetiştiğini hiç kimse unutmamalıdır!..
2) Elbette Atatürk gibi bir dehayı, “Benim En Büyük Türk: Atatürk” diye özetlediğim büyük önderi bir yazı kapsamında anlatmak da, birkaç ciltlik bir eserde anlatmak da mümkün değildir. Ben büyük önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü bir makale yazısının elverdiği ölçüde genel özellikleriyle tanıtmaya çalıştım sadece.
3) Avrupa’da “Kaçın Türkler geliyor” diyorlarmış. El insaf! Şimdi dünyanın yarısına yakın yerde bak bakalım “kimler geliyor” diye korkutuyorlar çocukları, hatta büyükleri? 100 yıl, 500 yıl öncesini görmekte bu kadar mahir olan gözlerin şu içinde yaşadığın yılları niye görmüyor? Lütfen efsunlarından arınıp samimi bir şekilde dünyanın yaşadığı şu son yıllarda bazı güçlerin insanlara toplumlara yaşattıklarına da bak ve bakarkörlerin bile gördüğü gerçekleri gör!
4) “Atalarımız akınlarla gittikleri yerlerde cansız ganimetlerin yanında canlı ganimet de toplardı” diyor, Cumhuriyetimizin temelleri üzerine kurulduğu ecdadına hakarette bulunuyorsun. Şu sizin dediklerinizi seviyeli yabancı yazarlar bile söylemiyor. Konuyla ilgili acilen Ahmet Akgündüz’ün “Bilinmeyen Osmanlı” ve Ahmet Gürkan’ın “İslam Kültürünün Garbı Medenileştirmesi” isimli eserlerini uykulu ve yarı yarıya yumuk gözlerle değil de adamakıllıca bir inceleyiniz lütfen.
Bir yabancı yazar “Bizans’ta kardinal külahı görmektense Türk sarığı görmeyi tercih ederim” diyor. Bir başka yazar “Vistül’de Türk atları sulandıkça Lehli rahattır” buyuruyor. İsmini bildiğini umduğum ünlü bir batılı da “Balkanlarda tekrar huzurun hakim olması için Osmanlının dirilmesine ihtiyaç vardır” demeyi tercih ediyor.
Ayrıca konuyla ilgili olarak Prof. Osman Turan ve Dr. Tahsin Ünal Beyler de sizdeki bilgi noksanlığını giderecektir sanıyorum.
5) Sarayda yabancı egemenliği ne zaman başladı, ne zamana kadar sürdü? İlk yabancı kadınla evlenen padişah kimdi? Bugün yabancılarla evlenen devlet adamlarımız yok mu? Her yabancıyla evlenen yanlış, kötü iş ve icraatlara mı sebep oluyor.
İşinize gelince ormana uzaktan bakıyor güzelliğini anlatıyor, işinize gelmediğinde ormanın içerisinde dolaşıyor arızi görüntüleri genel özellikleri gibi tasvir ediyorsunuz. Bana göre bu da başka bir ayıbınız…
Bütün Osmanlı tarihi böyle miydi? Bunları da yaz da Osmanlı tarihinin bütünü sizin toptancı, genellemeci, derinlikten yoksun, çalakaleminizin kurbanı olmasın.
6) Osmanlı döneminde ülkeyi gezen onlarca seyyah, Osmanlı ülkesinde bir tek dilenciye rastlamadıklarını yazarken siz neredeyse Osmanlının dilenci olduğunu söyleyeceksiniz… Osmanlının halktan vergi almadığını üstelik halka vergi verdiğini yazan tarih kitaplarını da bulup okuyunuz mümkünse …
7) Bir de sürekli örneklerinizi Osmanlının gerileme ve çöküş dönemlerinden veriyorsunuz. Anlaşılan Osmanlının yükseliş dönemine hiç yolunuz düşmedi. Biraz da o dönemlerde geziniz bir zahmet…
8) “Sonra korunamayan 3 kıtaya yayılmanın manası ne idi. Hakka hukuka çok saygılı olanlar niçin zaten eğitimsiz bilgisiz ve fakir askerlerin gittikleri işgal ettikleri ülkelerde yağmayı yasaklayan hatta köle ticaretini yasaklayan fetvalar yayınlamadılar” diyorsunuz, ben de “el insaf!”, “el insaf!” diyorum.
Internet elinizin altında… Şöyle bir google’ye girip “Osmanlıda Eğitim”, “Osmanlıda Sanat”, “Osmanlıda Kültür”, “Osmanlıda Sosyal Hayat” yazıp da sonuçlarına bir bakın bakalım neler göreceksiniz?
9) “Son zamanlarda ise matbaanın da ülkemize gelmesi engellenerek özellikle halkın cahil kalması istenmiştir.” Şeklindeki sözlerinize de şunları söylemek mümkündür?
Evet matbaa ülkemize geç gelmiştir fakat Osmanlıdaki el yazması kitaplar yabancıların bile hayran olacağı sayıda idi. O zaman ki okuyan, yazan insanların sayısı Avrupa’ya oranla bir hayli fazla idi. O dönemin en büyük kütüphaneleri bir bakın bakalım neredeymiş ve ecdat o kadar kitap yayınlayıp kütüphane kurarken Avrupa hangi kütüphaneleri yıkıp hangi kitapları yakıyormuş?
10) Bir kere bizim Osmanlı arşivindeki 250 milyondan fazla belge henüz açılmamıştır. Açılan ve tasnif edilen belgeler 1915-1918 yılları arasındaki zaman dilimini kapsamaktadır. Dolayısıyla yazılan Osmanlı tarihleri batılı kaynaklara dayanılarak yazılmıştır. Batılı kaynaklar da yer yer doğru ifadeleri dillendirse de çoğunlukla sizin söylediklerinizi söylemektedir.Yani siz de batılı kaynakların ücretsiz nakilcisi oluyorsunuz. Kendinize yazık ediyorsunuz.
Sizin saray ile ilgili anlattıklarınız ancak magazin tarihi olabilir
11) Osmanlı düşmanları Harem konusunda yalanı-yanlışı,eğriyi-doğruyu birbirine iyice katarak ve abartarak bir sürü asılsız sözler yazmışlardır.
Harem konusunda gerçekleri şu şekilde dile getirebiliriz…
- Harem denilen yerler öyle ahım şahım ihtişamlı yerlerden değildir. Bu yerler incelendiğinde , bugünkü devlet adamlarımızın evlerinden daha çok ihtişamlı olduğu söylenemez.
- Haremde yabancıların yahut Osmanlıca bilmeyenlerin padişahların cariyelere yazdığı aşk şiirleri falan sandığı yazılar, ayet ve hadislerden başka bir şey değildir.
- Haremle ilgili, bazı kitaplarda ve bazı dergilerde yayınlanan çıplak resimlerin de aslı esası mevcut değildir ve Batılı ressamların hayallerinin mahsulüdür. Bir kısım Batılı yazarlar kendi hayallerindeki harem hayatını, ressamlar eliyle resme aktararak, meşru ve gayri meşru demeden neşretmişlerdir.
- Yakın dönemlerde haremle ilgili olarak kaleme alınan kitaplarda yer alan gayri meşru resimlerin tamamı, Batılı ressamların hayal ürünleridir. Mesela Meral Altındal’a ait Osmanlıda Harem adlı kitabın kapağındaki çıplak resim, Karl Briullov’a ait olduğu gibi, aynı yazarın Osmanlıda Kadın adlı kitabın kapağındaki çıplak resim de Camile Rogier’e aittir. ( Daha ayrıntılı bilgi için bakınız Ahmet Akgündüz, Doç. Dr. Said Öztürk, Bilinmeyen Osmanlı, OSAV Yayınları, İstanbul 1999)
12) Osmanlı düşmanlarının diline doladıkları sizin de alet olduğunuz,safça inanarak okuyucularına anlattığınız ve bana da güya soru olarak sorduğunuz cariye konusunun da aslı şöyledir:
Osmanlı döneminde özellikle Fatih döneminden itibaren padişahların cariyeleriyle evlendikleri doğrudur ve bunun da çeşitli sebepleri vardır. Bir çok sebepten birkaçını yazacak olursak şunları söyleyebiliriz:
- Osmanlı Padişahları devleti kayınbiraderlerden, yeğenlerden,dayılardan, ve
amcalardan korumak için böyle bir riske girmeyi tercih etmiştir. Osmanlı devletinin yıkılış sebeplerinin başında, padişah kızları ile evlenen damatların suiistimali gelmektedir. Cariyelerin kimi kimsesi,yakını, hısımı yoktur …
- Osmanlı devletinin sınırları bir zamanlar 24 milyon kilometrekareyi bulmuştu.
Böylesine geniş bir ülkeyi idare etmek devlet sırlarının dışarıya sızmamasını gerektirmektedir. Bunun için de padişah ve ailesinin taşra ile alakasının olmaması gerekmektedir. Bunun da yolu Harem’den başka varacağı,gideceği yeri olmayan cariyelerle aile hayatını devam ettirmek olmuştur.
- Birden fazla evli olan Osmanlı Padişahlarının cariyelerle
aile hayatı yaşamalarının bir sebebi de , devletin bütçesini sarsacak düğün masraflarından ve yapılacak israflardan kaçınma sebeplerini ihtiva etmektedir. Düğün törenlerine yapılacak masraflar ve bu düğünlerde hediye adı altında dönecek dolapları da bir hesaba katarsanız, neden cariye usulüne dönüldüğünün sebebini kolay anlarsınız. (Daha ayrıntılı bilgi için bakınız Ahmet Akgündüz, Doç. Dr. Said Öztürk,A.g.e.)
13) “Sayın yazarın bahsettiği bilim adamlarından o yıllarda sadece ve sadece şanslı kesim olan saray ve çevresi birazda ulema takımı haberdardı. Çünkü halkın çoğunluğu bir lokma bir hırka prensibiyle yaşayıp perişan halde ya savaşlarda ya da yaşadıkları yerde ömür tüketti. Son zamanlarda ise matbaanın da ülkemize gelmesi engellenerek özellikle halkın cahil kalması istenmiştir.Yani hak hukuk olsaydı bağrımızdan yetişen alimlerle Rönesans Avrupa’da değil öncelikle 3 kıtaya yayılan bizlerde olurdu. Demek ki bir yerlerde hatalar yapılmıştır.” diyorsunuz ve doğru ile yanlışı o kadar karıştırarak ayrıştırılması zor bir şekilde sunuyorsunuz ki insan şaşırıyor.
Şimdi ben size soruyorum:
Bursa’da, Bilecik’te, İstanbul’da, Edirne’de, Konya’da, Manisa’da vs. olan alimlere, varlıklı kişilere, halktan itibarlı zatlara ne diyeceksiniz? Mesela Ebu Suut Efendi bizim Çorum’un İskilip ilçesi doğumludur. İskilip ilçesi nere, Saray nere!...
Yine soruyorum:
İkinci Dünya Savaşında Almanlar bütün Avrupa ülkelerini işgal etmişlerdir. Buna rağmen burada dört yıl ancak kalabilmişlerdir. Madem Osmanlı işgal ve yağma esasına dayanıyordu da Balkanlarda 400 yıl nasıl kalabildi?
Sizin uzmanlık alanınız nedir?:
Türkiye’de yeterli sayıda Osmanlıca bilen var ?
Şu günkü ilmimiz Osmanlının eserlerini anlamaya yetiyor mu?
Birkaç ilave daha:
Yeniçerilik sizin bildiğiniz gibi sadece devşirmeye dayanmıyordu. Bir çok gayri Müslim aile kendi elleriyle çocuklarının iyi bir şekilde yetişmesi ve para kazanıp ailelerinin geçimlerini sağlayabilmeleri için yeniçeri ocağına getiriliyordu. Tıpkı şimdi bazı vakıf ve yurtlara insanların kendi çocuklarını getirip “bunları güzel bir şekilde yetiştirin” dedikleri gibi.
Elbette Osmanlının da yanlışları olmuştur. Zaten yıkılışı da o yanlışların sonucundan oluşmuştur. Ancak Osmanlının bir de 600 yıl yaşamasını sağlayan erdemleri, fedakarlıkları, ilmi düşüncesi, sanat, edebiyat ve kültürü vardı. İnsanlığa sunduğu ve insanlık tarafından alkışlanan faziletleri vardı.
Sizin efsunlarınız sizi Osmanlının çöküş ve yıkılış döneminden bulduğunuz, oluşturduğunuz, ya da Osmanlı düşmanlığı ile tanınmış Batılı yazarlardan aktardığınız aslı esası olmayan, kesin ispatlanmamış örneklerle Osmanlıyı karalamak yönünde değerlendirmeye sevk ediyor. Osmanlının birçok namuslu batılı yazar, tarihçi ve araştırmacı tarafından görülen özelliklerini görmenize engel oluyor. Böylece siz, yeniyi her şeyiyle överken, eskiyi her şeyiyle yermiş oluyorsunuz.
Üstelik Osmanlıyı çok iyi bilen güzel Atatürkümüzü de iyi bilmiyorsunuz. Mesela büyük önder Atatürk’ün “ Fatih dedemiz çok akıllı bir adamdı” dediğini Falih Rıfkı Atay söylüyor.
Atatürk tarafından kurulan ve demokrasinin en gelişmiş şeklini bize armağan eyleyen Cumhuriyetimize canımız gibi candan sarılmak, başta güzel Atatürkümüz olmak üzere bütün Türk büyüklerinin kıymetini bilmek, tarihimizle ilgili konuşurken, yazarken insaflı olmak, eskiyi eski olduğu için toptan kötülememek, yaşadığımız hayatı mazimizin güzellikleri üzerine zamanın güzelliklerini de ekleyerek kurmak ve illa da sadece dostlarımıza değil de herkese insaflı olmak dileği ile Ahmet Gürkan’ın “ İslam Kültürünün Garbı Medenileştirmesi” ve İtalyan Türkolog Anna Masalla’nın “ Türkiye’ye Aşk Mektupları” eserinden de okuyabileceğiniz birkaç yabancı yazarın Osmanlı hakkında söylediklerine de bakmak da fayda var.
Bir kısım yabancı yazarın Osmanlı hakkındaki görüş ve düşünceleri aynen şöyle:
“… Osmanlı Türklerinin milli seciyesini teşkil eden vakarın, ağırbaşlılığın, durgunluğun tasviri kolay değildir. Dünyada huzura, sükuna bunlardan daha müptela millet yoktur. ( İsveç Sefiri Mouradgea d’Ohsson)
“ Türkler umumiyet itibariyle boylu poslu, güzel yapılı adamlardır. Hıristiyan Avrupa’nın tek bir şehrinde bile bütün Osmanlı İmparatorluğundan daha çok sakat ve biçimsiz adama rast gelinir.” (Seyyah Corneille le Bruyn)
“ İtiraf etmeliyiz ki köleleriyle cariyelerine fena muamele edenler yalnız Avrupalılardır. (Baron de Tott, Memoires sur les Turcs et les Tartares, Paris,1785,s.251)
“ Dünyada esirlere, kölelere, cariyelere ve hatta kürek mahkumlarına Müslüman Türklerden daha iyi bakan ve daha iyi muamele eden hiçbir millet yoktur.” ( Mouradgea d’Oshsson, Tableau general de l’Empire Otoman, 1791, c. 4, s. 381)
“…. Bu memlekette (Osmanlı Devletinde) hemen hiçbir cinayet vakası duyulmaz. Eğer bir iki fevkalade vaka zuhur edecek olursa onlar da ya ani bir feveran neticesinden veyahut yol kesen haydutların şekavetlerinden ibarettir.” ( Du Loir, Les voyages du sieur du Loir,Paris 1654,S.188)
“ Gerek İstanbul’da gerek Osmanlı İmparatorluğunun bütün şehirlerinde hüküm süren emniyet ve asayiş, hiçbir tereddüde imkan bırakmayacak surette ispat etmektedir ki, Türkler hiçbir zaman görülmemiş bir derecede medenidirler.” ( Avukat Guer, Moeurs et usages des Turcs,Paris 1747,c.2,s.188)
“ Türklerin eline düşmek Frenklerin eline düşmekten daha iyidir.” ( Ducas,s.291. Bonn)
“ Mevlana Celaleddin-i Rumi, Yunus Emre, Hacı Bektaş Veli kırk yıldan beri benim manevi hocalarımdır.” (İtalyan Türkolog Anna Masalla,Türkiye’ye Aşk Mektuplarım,s. 107. Kültür Bakanlığı Yy,Yayın No:2510.İstanbul 2002)
“ Türklerden çok şey öğrendim ve bana çok şey verdiler…
Bugün tek bir arzum var Memleketimin, Avrupa’nın ve bütün dünya insanlarının Türkleri benim sevdiğim gibi sevmeyi öğrenmeleri.” ( Anna Masalla, A. g. e , s.110-111)
Sonuç olarak ( Çınar Dergisi’nin 700.Yılında Osmanlı Özel Sayısından naklen) diyeceğimiz şudur:
“ Tarihe önyargıyla bakmamalıyız. Tarihi sadece kendi görüşlerimizin delil cephaneliği olarak kullanmak, tarihi ibret levhası değil de suç ortağı yapmak anlamına gelecektir. Osmanlı, kadim,kadir ve kerim cihan devletimizdi.
Yeryüzü tarihinin müstesna medeniyetlerinden birisini inkişaf ettirdi. Türk adını silinmez kaydıyla dünya tarihine işledi. Tam 36 etnik ve dini grubu barış içinde 600 yıl yönetti. En az kanla en büyük coğrafyalara yayıldı ve adaletle yönetti. Ancak kendi döneminin şartlarında değerlendirilirse ileriliği daha çok takdir edilecek evrensel devletimizi anlamaya ve doğru bir şekilde, şunun,bunun etkisinde kalmadan, adam gibi değerlendirmeye çalışanlara, çalışacak olanlara, konuya katkıda bulunacak herkese takdir ve şükranlarımızı; onu olduğundan fazla göstererek,abartarak adeta kutsayan veya utanıp sıkılmadan günah keçisi yapanlara ise esef ve ikazlarımızı belirtmeyi bir borç biliyoruz.”
Okunması, anlaşılması ve doğru şekilde anlatılması dileği ile…
Durdu ŞAHİN
YORUMLAR
Osmanlı öldü diyen arkadaşım tarihim çizgisal bir doğrultuda ilerlemediğinin ne yazlık ki farkında değil.
Ve Türkiye Cumhuriyetinin de bir Osmanlı mirasçısı olduğunun...
Tüm bunlar bir yana da, rezil bir tarihe sahip İngilizler ona sahip çıkarken, DÜNYANIN EN ŞANLI TARİHİNE sahip bizler onu neden kirletmek için uğraşır dururuz...?
Evet bu tabiri kullanmak istiyorum, bazıları Osmanlı nın temiz yüzünü çamur atarak vb (1699'dan sonrası için söylemiyorum) KİRLETMEK istiyorlar.
AMA DEĞİL ÇAMUR ATILMAK, ÇAMURA DA DÜŞSE ALTIN DEĞERİNDEN BİR ŞEY KAYBETMEZ...SADECE KALBİ KIRIK VE HAYAL KIRIKLIĞINA UĞRAMIŞ ŞEKİLDE TORUNLARINI ÖYLECE SEYREDER...
Ben kökü mazide olan atiyim demiş koca şair.Geçmişini bilmeyen ileriye doğru kararlı adımlar atamaz.Atatürk gibi bir deha bu ülkeye bir daha gelmez.Bu ülke Atatürk gibi bir kumandan yetiştiremez çünkü Atatürk'te bir Osmanlı paşasıydı.Bu yüzden geçmişe kalkıp söğenler Atatürk gibi bir değeri yetiştiren Ulu Ceddimize karşı daha saygılı olmalıdırlar.
Bakın bütün milletlerin tarihine kimse geçmişine bizim kadar yanlı bakıyor mu?Gerçi tarihi yazanlar ne kadar adaletli davranmışlar bilmemekle birlikte bu böyle.
Şimdi geçmişe dönelim Osmanlının yaptığı demiryollarını kullanıyoruz hala .Hukuk kitaplarını açın karıştırımn yerine yeni birkelime koyabiliyor musunuz.Biz bu kadar teknolojik imkanla daha doğru dürüst nüfus sayımı yapamazken Osmanlı köylünün kümesindeki tavuk sayısına kadar biliyordu.
Mimar Sinan kalksa etrafa baksa kendi eserlerini aşan bir eser gördüğünü söyleyebilir mi?Heralde benden sonra torunlarım bu alanda sadece uyumuş der Daha söylenecek çok şey var fakat yukardaki yazının sahibi Sayın Durdu Şahin Beyefendin'in orjinal tespitleri benim bu alandaki yetersizliğime ışık tutuyor.Saygılarımla
Sayın Hocam;
Sanat tarihçisi yakını olarak, şunu söyleyebilirim:
Selçuklu, Anadaolu Selçuklu, Beyliklr döneminin kendine has bir mimari üslubu vardır. Osmanlı mimari üslubu ise tamamen kendine özgü unsurlar ihtiva eder. Osmanlı'nın yıkılışından sonra kurulan devletimizin kendine has bir mimari tarzının olmayışı manidar değil mi? Cumhuriyet döneminde yapılan gerek dini, gerekse profan mimari tarzı, Osmanlı'nın taklidinden ileriye gidemiyor. Bazen de antik ve batı mimarisinden esinlenerek yapılmış yapıları da görmek mümkün.
Biz hâla Osmanlı'nın mirasını yemekle meşgul bir toplumuz. Bazılarının gücüne gidecek ama, gerçek bu. Köklere bağlı kalmak elbette mühimdir, ancak kendimize özgü sanat, kültür ve toplumsal yapıyı oluşturmak ve yaşatmak zorundayız.
Mimaride kendi tarzımızı ortaya koymamız gerekmiyor mu? Çin deninceyukarıya kıvrılmış yapılar, Arap denince atnalı kemerli mimari tarzı akla geliyor.
Ve hâla bazı aydın geçinen kişiler Osmanlıya sataşmayı marifet biliyor..
Sayın Göktürkmen Beyefendi,
Bu yazının amacı Osmanlıyı diriltmek değil. Zaten böyle bir şey mümkün de değil.
Amacım ileriye doğrü giderken, geçmişimizi kötüleme merakında olanlara birkaç söz söylemekti.
Osmanlı da kuruldu, gelişti, şu kadar yıl ayakta kaldı ve tarih oldu. Tarih oldu fakat köklerinden de bugün canımızdan kıymetli bildiğimiz Türkiye Cumhuriyeti doğdu.
Osmanlının yanlışlarını söylemek ayrı, Osmanlıyı yok sayıp bir şekilde tarih nesepsizliği yapmak ayrı...
Şimdi siz Osmanlı da şuralarda hatta yaptı, şu şu hususlarda şöyle şöyle davransaydı daha iyi olurdu diyebilirsiniz ve ben sizi anlarım; fakat Osmanlıyı toptan reddeder, hiçbir faydalı iş ve icraat yapmadı, astığı astık, kestiği kestikti, gericiydi, ilkeldi, insanlığa hiçbir katkısı olmadı, üstelikte şu kadar yıl dünyayı zulümle yönetti derseniz anlamam. Sizi tarih ve ecdat düşmanı ilan eder, insanlık namına ve insanı değerler adına,tarihime ve ecdadıma saygı adına Osmanlının insanlığa sunduğu iyilik ve güzellikleri anlatmaya başlarım.
Adam kalkmış 100 yıl önceye gitmek isteyenlerin olduğundan bahsediyor. Siz inanıyor musunuz bu yalana? Şahsen ben 100 yıl önceye gitmek istemem; fakat 100 yıl öncesinden alacaklarım, öğreneceklerim varsa bulunduğum yerden 100 yıl daha ileriye sağlıklı, başarılı ve kuvvetli bir şekilde gidebilmem, daha ileri ufuklara kanatlanabilmem için onları almakta da bir sakınca görmem.
Osmanlı Türkiye Cumhuriyetinin köküdür. Her toplum eğer büyüyecekse kökleri üzerine kurulur ve köklerinden aldığı özsuyu ile büyür. Dünyada en büyük öksüzlük, köksüzlüktür diyenler ne kadar da güzel söylemişler değil mi?
Gelin, Osmanlıyı ne olduğu gibi aktaralım, ne de bazıları gibi yok sayalım. Her medeni ülkeden faydalı şeyleri almakta bir beis görmediğimiz gibi Osmanlıdan da almamız gerekenleri alıp canımız bildiğimiz ve canımızdan çok sevdiğimiz Türkiye Cumhuriyeti ile çağdaş medeniyet seviyesinin daha ilerisine ulaşalım.
Şimdi beni daha iyi anlayacağınızı umuyor,saygılarımı iletiyorum efendim.
Sağlıcakla kalınız...
Çok Sayın Durdu Şahin Beyefendi;
Bence yazınız emek ürünü mutlaka ama, bendeki etkisi "şuyu vukuundan beter" den öte olmadı.
O kadar ki, çok bilinen İbn-i Haldun teori ile devletlerinde insanlar gibi doğup, gelişip, ölmeleri yasası varken, Osmanlı'da bunu yaşamışken, bu emek ürünü gibi, bir yazınızda da Atatürk, Cumhuriyet ve 1923 Türk Aydınlanmasını çözümlerseniz eğer;
Bunu yani yazdıklarınızı anlarım..
Efendim Osmanlı öldü..Bir de bilirsiniz haneden devletti, ulus sürecini yaşamalıyız. Aksi taktirde Emperyalizm'in dinsel,mezhepsel,etnik ve cemaatsal mikro uluscuklarından mamul "Kabileler Çağı" tez gerçek olacak!?
Böyle yapa yapa, ölmüşü diriltebileceğimizi saf saftirik sana sana, elimizde olanı kaybediyoruz. Bir de başkalaşımın kimlikliksizliğine gidiyoruz.
İleri doğru akan bir tarih şeridinde, toplumbilimsel olarak "ileri içinde geri gitmek" gibi düşününüz, işte o kadar traji-komik bir sosyolojik oluşuma gidiyoruz.
Beni anlıyor musunuz?
Saygılar..
Göktürkmen tarafından 2/23/2008 8:34:18 AM zamanında düzenlenmiştir.